Bazı meslekler vardır, basittir, sanki yalnızca bir kişinin hayatına dokunur, berberlik gibi mesela. Çocuğuz, erkeksek bıyıklarımız terler, çenemizde münasebetsiz dikenler, kızsak saçlarımıza renk atma, makas, perma, işimiz onlarladır. Ortaokulda henüz lacivert ceket, gri gömlek, laci kravatlı bir yeniyetmeyken, berberim Xıdır amcaydı, size bir gün yine burada anlattığım Dar Sokağın yan tarafındaydı dükkânı, tek göz işyerinde bir yanda Deli İsmet’in yaptığı dört dağlı memleketimin resmi, bir yanda ise Yılmaz Güney’in fotoğrafı vardı, elinde tabancası, ağzında bir çiçeğiyle. Ap Xıdır babamı da traş ederdi, sonra birden yaşlandı adam, oğlu Özcan traş etti saçlarımı, Özcan bir gün İstanbul’a gitti, babasının elli metrekarelik dükkânından kurtulmak için. Lisede bıyık bile diyemeyeceğim tüylerim alındığında, benden birkaç yaş büyük Özcan’ın yüzüne bakıp, artık erkek olduğuma karar vermiştim. Daha sonra başka berberlerim oldu, başka şehirlerde, başka anılar sakladım onlardan. Berberlerin benden anıları kalmış mıdır, bilmem.

Avukatlık ilginç bir meslektir, bir kişiye dokunurken aslında bin kişiye dokunursunuz, yapanlar bilir. Bir tarafta sevgi toplarsınız, yakınlarını gözaltında kaybedenler, hapislerde dal gibi girip on yıl, yirmi yıl sonra gri gözler ve dökülmüş saçlarla çıkanlar, dayak yiyen öğrenciler, fabrika önünde grev yapan işçiler sizi kesinkes sever, bir tarafta ise öfke birikebilir, insanları asit kuyularına atanlar, gözaltında gözü bağlı insanları döve döve öldürenler, sadece yürüyüş yaptı diye çocuklara kızlara, yaşlı ve yaşsızların başına isabet ettirmek için gaz bombası atanlar, karanlıkta tam evine girmek üzereyken bir avukat, aniden yaklaşıp sinsice ensesine tek kurşun sıkanlar, size sınırsız öfke duyar. Sevgi duyan, nefret eden sizden epeyce anı saklar. Yakınını yıllar sonra bir kimsesizler mezarında iki kemik olarak bulan da, işkenceden mâhkum edilen polis de sizi hiç unutmaz.
Bu satırların yazarının basit tarihinde ikinci mesleği pek de istemeden yapma gibi bir dönem var. Devrimci olmak istiyordu, yetmişlerden kalanlar öyle bir miras bırakmıştılar, duvar işçiliği, berberlik, memurluk, sendikacılık, köylülük gibi bir meslekti, denedi de, ama çağ değişti, istemeye istemeye kitabını okuduğu mesleğine döndü, bir de ne görsün, ne etkili, ne yetkili bir işmiş. Üstünü ne polis arayabilir ne savcı, hapishaneye girer çantasına bakılmaz, en tehlikeli suçluyla bile yalnız görüşebilir. İnsan hakları diye bir şey var neredeyse iki yüzyıldır dünyada, ondan. Mesleğin dokunulmazlığı, kişisel onur, insanın saygınlığı, özel hayat, beden bütünlüğü, düşünce ve elbette ifade özgürlüğü, vesair hakların dokunulmazlığından.


Bir de mesleklerin en zoru var, babalık. Karşı cinsten biriyle evlenir, çocuk yapar, büyütür ve babalar ailesine girersiniz. Zordur, sevmek, eğitmek, korumak, cebine harçlık vermek, baliden, tinerden, uyuşturucudan, polis dayağından ırak tutmak, alçakgönüllü ve topluma, bir de tarihe sorumlu birey yaratmak, büyük iştir. Çocuk büyüdükçe siz baba olur, zorluklarınız da büyür. İşin bu safhası şaraptan ve öpücükten insan yapmaya benzemez.

Tahir Elçi sıradan bir adamdı, iki çocuğu vardı, vuruldu göz göre göre, kızı ve oğlunu Tahir öldürüldüğünde tanıdık, güzel gözleri ve kapkara saçlarıyla babalığın en zor yanını gördüler genç ömürlerinde, babasız kaldılar, daha ne olsun.
Avukattı. Asit kuyularına atılmışların, dağbaşlarında dilsiz kurşunlanmışların, meçhule gitmiş tetikçileriyle kanlı yüzleriyle ölmüşlerin, dokunmuştu onlara, onlar daha katledilmeden evvel, meğer dokunulmazlığı da yokmuş, sıradan bir insanmış, ölümlüymüş herkes gibi, tek kurşunla vurdular Amed ortasında, öldü gitti adam. Bir baro başkanı kameralar önünde infaz edildi. Babalık mesleği, avukatlık mesleği, insanları savunma mesleği sona erdi. Artık dosya, duruşma, keşif, teşhis, yüzleşme yok, bitti. Cinayet geliyorum demişti, kameralar önünde tehdit edildi, kameralar önünde derdest edildi, Bakırköy’e götürüldü, bir alçak medya, bir ruhsuz savcı eliyle başladı onu ölüme götüren süreç. Herkes işine geri döndü, savcı odasına, kameralar ofislerine, avukatlar duruşmalarına. Hiç kimse güvende değildir artık, Tahir’in güven veren nefesi ve sesi yok, adliyede gölgesi, kızının ve oğlunun saçlarında sıcacık elleri yok, Diyarbakır sessiz, ülke kimsesiz.