Google Play Store
App Store

Viyana’daki nükleer görüşmeler nedeniyle yaşanan hayal kırıklığı, Biden çıkmazı, Yemen krizi Suudileri müzakereye itti. Tahran ise ilişki kurarak Suudi liderliğinde kendi aleyhinde oluşan cepheyi yıkma peşinde.

Tahran ve Riyad’ın değişen stratejileri

Arif KESKİN
Siyaset Bilimci

İran'ın Bağdat Büyükelçisi İrec Mescidi’nin Tahran ile Riyad'ın 5 yıl aradan sonra Irak'ın ara buluculuğunda Bağdat’ta görüşmelere başladığını açıklaması şaşkınlıkla karşılandı. Çünkü Suudiler, İran’ın mükerrer müzakere isteğine rağmen Tahran’la görüşmeyi reddediyordu.

İki ülkenin Bağdat’ta serencamı meçhul görüşmeleri, Tahran-Riyad ilişkileri ve özellikle müzakerelerinin nedenleri ve muhtemel bölgesel sonuçlarını tartışmaya açtı.

RİYAD’IN BİDEN ÇIKMAZI

Suudi Arabistan’ın İran’la müzakereleri mükerrer reddettikleri halde, olumlu yaklaşmaya başlamalarını öncelikle Viyana görüşmeleri nedeniyle yaşadıkları hayal kırıklığında aramak gerekir. Aslında Suudiler, İran’la nükleer müzakerelere dönülmesine karşılardı. Müzakerelere dönüldüğü taktirde ise Suudiler kendilerinin de katılabileceği, sadece nükleer değil, bölgesel konuları da kapsayacak geniş bir anlaşmanın yapılmasını istiyorlardı. Bu bağlamda, ABD’nin onların da kaygılarını hesaba katarak bir orta yol izleyeceğini umut ediyorlardı. Ancak Viyana’da başlayan görüşmelerin, 2015 mutabakatı çerçevesinde olup, sadece nükleer konusunu kapsayacağı ve P5+1’in dışında başka ülkelerin katılmayacağı anlaşılınca her şey Suudiler için değişti. Bu durum, Joe Biden’ın ilk başta gösterdiği gibi nükleer anlaşmayı, bölgesel sorunlar ve Tahran’ın füze teknolojisi, konvansiyonel silahlanma faaliyetleriyle bağlantılı bir şekilde yöneterek yeni bir müzakereye zemin sağlayacağı umudunu da yok etti. Böylece Suudiler, Biden’la İran konusunda çok derin fikir ayrılıklarının olduğunu ve bundan sonra ABD’ye güvenerek İran’la çatışmaya girmenin yanlış olabileceğini düşünmeye başlamış olmalılar. Ayrıca Suudilerin Biden’la Cemal Kaşıkçı cinayeti, insan hakları, ülkeyi fiili olarak yöneten Muhammed Bin Salman’ın durumu ve silah satışları gibi konularındaki mevcut ihtilafları da bu süreci etkilemiş olabilir.

YEMEN DÜĞÜMÜ

Yemen krizi, Suudileri müzakerelere iten en önemli konu olarak görülebilir. 2015'ten beri devam eden Yemen savaşında, Husiler’e karşı çatışmalarda Suudiler, arzuladıkları başarıyı elde edemediler. Üstelik Husiler çatışma sürecinde balistik füzeler, İHA ve küçük taarruz uçakları elde ederek Suudilere daha çok zarar vermeye başladılar. Suudilerin Aramco petrol tesislerine, askeri üslerine ve altyapılarına saldırma imkânına ulaşarak Yemen’deki çatışmayı Suudi topraklarına taşımayı başardılar. Bununla birlikte Kızıldeniz’i Hint Okyanusu'na bağlayan hattı ve Babülmendep Boğazı’nı mayınlanarak gemi geçişlerini güvensiz hale getirildiler. Ayrıca Suudilerin, Husilere karşı oluşturdukları uluslararası ittifak da dağılmaya başladı. BAE göreli olarak ittifaktan çekildi ve ABD de Husileri, terör örgütü listesinden çıkarttı. Bu gelişmeler, Suudileri Yemen krizinde çok boyutlu bir açmaza sürükledi. İran’la müzakereler, bu krizden bir çıkış yolu arayışı olarak yorumlanabilir. Nitekim söz konusu Bağdat görüşmelerinde Yemen iç savaşı görüşmenin ana gündemini ve müzakerelerin “prestij maddesini’’ oluşturduğu da bildiriliyor.

NÜKLEER DÜĞÜM

İran, uzun zamandır Suudilerle müzakere istediğini dile getiriyordu. İran, Suudi Arabistan’ın Arap Ortadoğu’sunda, özellikle körfez’de etkisinin ve Riyad’la ilişkileri normalleştirmeden Arap ülkeleriyle sağlıklı ilişki kurmanın mümkün olmayacağının farkında. Nitekim müzakereler olumlu sonuçlanırsa, İran’ın körfez ülkeleriyle daha iyi bir ilişki kurma imkânı artabilir. Ayrıca İran, 2015 Nükleer anlaşma sonrası dönemi yeniden tecrübe etmek istemiyor. İran’ın nükleer anlaşmayı daha fazla garantiye alabilmesi için Suudilerle sağlıklı bir ilişki kurması gerekiyor. Üstelik Tahran, Riyad ile ilişki kurarak Suudi liderliğinde kendi aleyhinde oluşmuş bölgesel cepheyi de yıkma peşinde. İran, ayrıca İsrail’in bölgesel faaliyetlerinin kendine yönelik zararlarını azaltmak ve Tel Aviv’in bölgede kurmak istediği İran karşıtı bloku yıkmak veya zayıflatmak istiyor.

İran ve Suudi Arabistan arasındaki müzakerelerde Irak ve Lübnan gibi bölge ülkelerin rolünü görmezden gelemeyiz.

BÖLGE ÜLKELERİN BASKISI

Irak bu görüşmeye arabuluculuk ve ev sahipliği yaparak bölgesel etkinliğini artırmak, İran-Suudi çatışma alanı olmaktan çıkmak, Arap dünyansa geri dönmek ve “İran uydusu olma” görüntüsünü aşarak kendi istikrarını sağlamak istiyor. Irak’ın Arap dünyasına geri dönüş iradesi, Arap dünyasında da olumlu karşılanıyor. Arap dünyası 2003 Irak işgali sonrası, Irak’tan uzak durarak İran’ın bu ülkedeki etkinliğine zemin hazırlamıştı. Son yıllarda Riyad başta olmakla Araplar bu yanlış siyasetten vazgeçip, Irak’la daha iyi ilişki kurma çabasına girdikleri gözüküyor. Suudi Arabistan, Irak’la sınır güvenliği, enerji, elektrik, üç milyar dolarlık ortak sandık ve iki ülkenin sınırında özel bir ekonomik bölge kurma anlaşması imzalayarak Irak ekonomisi, siyaseti ve yeniden inşası sürecinde aktif rol almayı hedeflemektedir. İran, ilk başta buna karşı olsa da zamanla kabullenmek zorunda kaldı. İran, Arap dünyasıyla ilişkilerini düzeltmediği sürece Irak’ta çok ciddi sorunlara karışılacağının farkında. Irak’ta özellikle Şiilerin İran karşıtı protestoları bu hususta etkili oldu. Irak’la ilgili diğer bir husus, ülkenin altyapı sorunlarını çözmek için yardıma ihtiyacı olduğudur. İran, Irak’ta altyapı çalışmalarına dahil olma imkânı çok düşük.

Irak gibi Lübnan da İran-Suudi çatışmasının mağduru. Lübnanlıların, İran ve Suudilerin ilişkilerinin iyileşmesini istediğini ve bu doğrultuda iki ülkeye baskı yaptığı biliniyor. Lübnan, siyasi ve ekonomik kriz dolayısıyla iflasın eşiğindedir ve Suudilerin ekonomik desteğine hayatı ihtiyacı var.

YENİ BİR DIŞ VİZYON

İran-Suudi görüşmelerinde Çin ve Rusya faktörü de etkili. Çin ve Rusya’nın, İran’la Arap dünyası arasındaki gerginliğin aşılmasını istediğini söyleyebiliriz. Bu gerginlik, Suriye özelinde somut olarak görüldüğü gibi Cin ve Rusya’nın bölgesel arayışlarına zarar vermekte ve onların etkinliğini sınırlamaktadır.

İran’ın Viyana görüşmesinden kısa bir süre önce Çin ve Rusya ile işbirliği çerçeve metni imzalaması ve nükleer müzakerelerle paralel olarak Suudilerle görüşmelere başlaması, Tahran’ın genel siyasetindeki değişim iradesini göstermektedir. İran, 2015 Nükleer Anlaşması sonrası ekonomisini iyileştirmek için Avrupa’ya ağırlık vererek Rusya, Çin ve bölge ürkekleriyle ilişkilerini doğru düzgün geliştiremedi. Bu durum; bir taraftan ABD’nin nükleer anlaşmadan çıkmasını kolaylaştırırken, diğer taraftan da ABD’nin anlaşmadan çıkmasıyla birlikte İran ekonomisi ciddi şekilde sarsmıştı. Bu tecrübeyi göz önünde bulunduran İran, muhtemel yeni nükleer anlaşmayı bir fırsata dönüştürmek istiyor. İran bu kez sadece AB ile değil, bölge ülkeleri, Rusya ve Çin ile de öngörülebilir bir ilişki kurarak, varılacak anlaşmanın karını maksimize etmek ve ABD’nin müzakereden çıkma ihtimalini de zorlaştırma niyetindedir.

RUHANİ SONRASI DÖNEM

İran, nükleer faaliyetleri ve Suudilerle ilişkilerindeki yaşadığı sorunlarını, Haziran ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Hasan Ruhani döneminde çözmek niyetinde ve böylece yeni cumhurbaşkanı için dış politikada öngörülebilir bir süreç bırakmak istediği anlaşılıyor. Bu aynı zamanda Ruhani sonrası cumhurbaşkanın profili ve siyasetinin ne olacağına dair önemli ipuçları sunuyor. İran, Ruhani döneminde dış politikadaki temel sorunlarını aşabilirse veya öngörülebilir bir noktaya getirebilirse gelecek cumhurbaşkanının izleyeceği siyasi yolu da belirlemiş olacaktır. Başka bir ifadeyle İran, Ruhani sonrasındaki hükümetin ağırlıklı olarak dış politikaya odaklanması yerine, ülkenin iç sorunlarına daha fazla zaman ve enerji ayırabilecek ve ekonomiyi öngörülebilir bir noktaya getirebilecek bir cumhurbaşkanı arayışında.