Lafa tepeden girelim. Bu kapitalizm hiçbir derde çare değil kardeşim. Ne eğitime, ne sağlığa, ne gıdaya. İhtiyaçlarımızı karşılamaktan uzak sadece malum birilerinin başkalarının hayatları pahasına para kazanmasına ve bununla “baaak sen de yok bende var” diye mutlu olmasına yarayan bir mekanizma altı ucu. Bir de bu mekanizmanın devamı için gereken zor aygıtları, rıza aygıtları var daha da devamına girmeyelim. Sen şimdi bunları nereden çıkardın diyorsan sevgili okur, benim bu neticelere varmama sebep bir tahta kurdudur. Evet, minik bir tahta kurdu.

Malum evin en kıymetli hazinesi ve asıl sahibi kitaplar. Ve ev kitap işgali altında. Evin otokton halkı olarak duruma hakimler. Bizi evde belirli bölgelere sıkıştırmış durumdalar üzerimizde bir gerilla savaşı yürüttükleri konusunda derin şüphelerim var. Gerçi biz daha evvelden “alın size TRT şeş dilinizi konuşun” dedik, çeşitli kereler üzerlerine kara ve hava operasyonları yürüttük ama, nafile!. Hatta raf açılımı yapıp kitap cephesini bölmeyi denedik. Onlar yine gidip kendi bildikleri gibi istedikleri yerlere yerleştiler ev sathında. Sonra oda zeminlerinde siyaset yapanları kitapların canına kastetme operasyonları ile dolaplara doldurduk, üstünü kilitledik. Kalanlar yeni gelenlerle birleşip mücadeleye devam etti. En son oturup bu savaşın sivil irade ile yürütülmesine karar verdik. Ne de olsa bundan evvel ordu kabilinden eş dost tam olarak bu savaşı bitirecek sivil iradeyi göstermemiştik. Biz yapınca olacaktı. Yüklendik ailecenek. Dağları taşları duvarları dövdük epey bir. Sonuç? Çalışma odasının bir köşesi tamamen kontrolden çıktı, kitap savunma alanı ilan edip yol kesip kimlik kontrolü yapmaya başladılar.(yahu bu yazı Şemdinli/Şemzinan gezisi ertesi yazıldı!). Ne diyorduk kitaplık? Geçenlerde paraya kıyıp meşhuuur! Mudo mağazasından bir kitaplık aldık. Asi kitapları dizdik içine. Bir kaç gün sonra bir baktık ki kitaplığın sağında solunda iyice elenmiş talaş tepecikleri var. Ve de dolabın içinde minik delikler. Hazreti google sağolsun “tahta kurdudur” diye teşhisi koydu. Biz evde yokken o toplu iğne başı büyüklüğündeki kurtceğiz “çıtır da çıtır” diye girişmiş çoktan kitaplığa. Kitaplık ne ki! Ne ahşap evler can vermiş o minik kurdun elinde. O delikleri açar, içine de yumurtlar, sonra hep beraber “çıtır da çıtır”. Mudo’yu arıyoruz, bizimle temasa geçeceklermiş! Çıkmaz ayın son perşembesi! E çaresi? O da google da var. İşte bilmem hangi zehri alıcan, içine sıkıcan. Bir bileni ara o yapsın! Yoook! Biz hala o tasarruf neslinin evlatlarıyız. Tahta kurtlarını ellerimizle telef edicez. İşte işe giriştiğimiz bu andan sonrası memleketin sağlık sisteminin geldiği nokta hakkında. Zehri aldık. Açacakken gözüme sıçramaz mı? Çapa Tıp Fakültesi ne kadar uzakmış meğer bizim eve. Onun emniyetli kollarına ulaşamıyor, aman yandım derken, en yakındaki yine meşhur! Dünya Göz Hastanesi’ne yetişiyoruz can havliyle. Koşarak girdik kapıdan içeri. Perişanlık. Acil bölümünü arıyoruz. Zamanlardan gün ortası. Acil diye işaret edilen bölümün ışıkları kapalı kimse ortada yok. Bankodaki kızlar vezneye gitmemiz konusunda ısrarlı. Acilde doktor yok mu diye safça ısrar ediyoruz hala. “Yok vezneye gideceksiniz klinikteki doktorlar bakacak” diyorlar. Vezneye gidiyoruz kaydı yaptırırken annem araya giriyor: “Yahu göz bu! Ben ödeyeyim bir an evvel doktor görsün onu bu arada” diyor. Veznedeki kız: “işleminiz bitmeden(parayı ödemeden demek istiyor) sizi doktora göndermem.”çıngar çıkarmak üzereyiz ama durum acil, çaresiziz. “Eyvallah! Gözü burada bırakalım beklerken” diye söyleniyoruz. Hani özel hastanelere gidecek beş kuruş ödemeden muayene olacaktık! Gözümü elimize verecekler. Paramızı ödeyebilirken bile son kuruşuna kadar tahsil etmeden muayeneye sokmayan hastane, acil durumda olan ve parası olmayan biri olsa ne yapar dersiniz? Ben söyleyeyim. Gözünüzü elinize alır, o hastane bu hastane dolaşırken gözden de olursunuz sinirinizden de. Hastaneler özelleşince sıra olmayacaktı ya! Ya da özel hastanelerde sıra olmaz ya! Hah işte gözüme zehir kaçmış bir şekilde akılsız başımı döverek sıra bekliyorum özel hastanede. Sonunda doktora ulaşıyorum. Allahtan doktor iyi bir kadın. Bakıyor ve hemen yıkamakla iyi yaptığımı gözlerimin durumunun iyi olduğunu söylüyor. Birkaç damla yazıyor. Eczanenin yolunu tutuyoruz. Damlalar 20 TL tutuyor Emekli sandığını falan karıştırmaz cebimizden alırsak. Emekli sandığı öderse 22 lira! “Höö!” Demeyin ben dedim. Emekli Sandığı sayesinde normal muayene ücretinden sadece bir-kaç kuruş az ödediğimiz paranın üstüne, bir de eczanede doktor muayene ücreti ödüyoruz. Evet, hastaneler para ödemiyorsunuz yalanına, parayı eczanede ödüyorsunuz tüyü dikiliyor!

Velhasıl kelam, kapitalizm diyor ki sana kurtlu kitaplık satarım umurumda olmaz, paran da yoksa ister kör ol ister geber. Hah bir de AKP’nin hastaneler parasız yalanı var, ona da inanmak zorunlu, yoksa maazallah bizim kitaplara dönersiniz. Tahta kurtlarına gelince onlar çıtır da çıtır.