İnsan doğduğu evde bir başka hissediyor. Bu ev ki, 60’ların ortasında, İsveç’ten gelen mimarlık öğrencileri tarafından incelenmişti de “hela deliğini bile ölçtüler” diye mahalle günlerce konuşmuştu. Kesin 150 yıldan yaşlı ama tam ne kadar eski bilemiyoruz. “Büyük hareket” denilen ve Kelkit Vadisi boyunca her şehri etkileyen 1939 Erzincan depreminden de, 3000 kişinin öldüğü 1942 Niksar-Erbaa depreminden de sağlam çıktı, sonraki daha ufak zelzelelerden de…

Şimdi, bayram için geldiğim o evde, tam karşımda elinde kırmızı terlikle oturan annemin dikte ettiği bir yazı bu okuduğunuz. Kırmızı terlik yumuşak bir şey, ama çocukluğumun tahta topuklu terliğini anımsatıyor ki, onu unutabilmiş değilim.

Dört çocuktan özellikle iki oğlan, biraderle ben, ne zaman anamın sabrını tüketsek, burnundan tutup tahta topuklu ağırlık noktasıyla nişan aldığı terliği bir füze gibi kullanırdı.

O terlik şimdi olsa, “Bana nefes aldırmayacaklar” dediği madencilere fırlatırdı, kesin. Madenciler yok ama, o unutulmaz tahta topuklu terlik tehdidiyle, karşısına oturttuğu bana “Yaz” diyor:

“Bu Niksar deprem bölgesi. Maden arıyoruz diye her yeri didik didik edecekler. Kullandıkları siyanürü, atıkları sızdırmaz dedikleri havuzlarda depolayacaklar. Kesin sızdıracak. Hele bir de deprem falan olursa. O zehir toprağa, havamıza, suyumuza karışacak. Ben hem kanser hem kalp hastasıyım. Havaya, suya, toprağa karışan zehir herkesi kanser, kalp hastası edecek. Kan hastalıkları olacak. Orman, mera kalmayacak. Milyonlarca ağaç kesilecek. Bu Niksar ovasında 1400 çeşit ürün yetişiyor. Yüzlerce şifalı bitki var. Onlar yok olacak. Karacalar, üveyikler, keklikler, kelebekler, arılar yok olacak. Ondan sonra ben ne edeyim Niksar’ı?”

Anam, maşallah, Niksar Kent Konseyi ile Doğa ve Çevre Platformu’nun madene karşı mücadele broşürlerini su gibi ezberlemiş anlatıyor. Medyaya da bu işi yeterince gündeme getirmediği için pek kızgın.

“Yeterince eylem yapmıyorsunuz ki” diyorum. “Bak Karadenizli ninelere. Dozerlerin önüne yatıyorlar, medya da haber yapıyor.”

Bizi mahallede komşusu Nuriye Hanım ve anam, diğer mahalleliler, ellerinden geldiği ve dilleri döndüğünce bir doğa ve çevre mücadelesi içindeler. Doğa bilinci epeyce yüksek aslında.

Evin karşısındaki, eskiden sağdan soldan sloganlar yazılan duvara; komşu kızı Nisa çiçek, böcek, mavi bulut ve yeşil ağaç resimleri çizmiş ve memleketimizin şairi Cahit Külebi’den bir dörtlük nakşetmiş: “Ve saçları çizelim, bulutlar, / Türküler, masallar gibi, / Hepsinin üstüne sonra, / Kocaman bir insan yüreği.

Bazıları, “Duyulur da işimizden oluruz” diye bastırsa da yüreğinin sesini, Niksarlıların da Niksar’ın da yüreği madene karşı atıyor şimdi.

Abdullah Lüleci, Niksar Kent Konseyi’nin bu konuda koşturan üyesi; “Konu siyaset üstü ve siyaset üstü tutuyoruz” diyor. “Biz Fatsa, Erzincan, Murgul’u inceledik. Bu işin ne kadar tehlikeli olduğunu herkese anlatmaya çalışıyoruz. Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Ruhsat iptal davası açtık. 3000 imza topladık, ama yetmez. Fatsa’da yapılan kontrollü siyanür havuzlarından yüzde 15 sızıntı olmuş. Burada da bir sızıntı olduğunda, Niksar ‘Küçük Çernobil’ olacak.”

Şafak Gümen, İstanbul’daki Niksarlılar Derneği Başkanı, - o da bayram için gelmiş – “Bu iş artık şaka değil. Maden şirketi drone uçurarak haritalama yapıyor. Yakında kazma vuracaklar. Erbaalılar bizden aktif. Kelkit Vadisi’ndeki herkes birlikte hareket etmeli, biz de daha aktif olmalıyız” diyor.

Sokağa çık diye kışkırttığım anam da; “80’ime geldim, nasıl çıkıp eylem yapayım” diyor. Hepinize iyi bayramlar diliyor ve elinde terlik madencileri bekliyor!