Taies Farzan, 'Doğumdan Sonra, Ölümden Önce Bir Kadın Hikayesi'ni anlattı

Ayşegül Ilgın/Berlin

Taies Farzan, “Doğumdan Sonra, Ölümden Önce Bir Kadın Hikayesi” isimli Çağıl Bozbeyoğlu’nun yazıp yönettiği tek kişilik tiyatro oyunuyla Berlin Tiyatrom’daydı. Tecavüzcü erkeği öldürdüğü için idam cezasına çarptırılan, hamileliği öğrenilince cezası ertelenen bir kadının, sorgulamaları ve çığlıklarıyla dolu oyun, bir anda kabusa dönen bir hayatın hikayesini aktarıyor. Çocuğun kocasından mı yoksa tecavüzcüden mi olduğunu bilemeyen bir kadının, çocuğuyla nasıl kuracağını bilemediği ilişkisinin ve kadınların üzerine yüklenen şiddetin çeşitli türlerinin ve izlerinin sorgulandığı oyunu, Taies’in 9 aylık hamile olması, daha da etkileyici kılıyor. Oyundan sonra Taies ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Oyunu yaratırken esinlendiğiniz bir haber ya da hikaye var mı yoksa kurgu mu?

Var, yaklaşık 13 sene önce benim gazetede okuduğum bir haber. Iran haberi, fakat fark ettiyseniz bizim oyunumuzda zaman ve mekan yok. Çünkü bunun çok evrensel bir sorun olduğunu düşünüyoruz, bu yüzden onu belirtmeye ihtiyaç duymuyoruz. Her ne kadar Türkiye’de idam cezası olmasa da ya da başka bazı ülkelerde olmasa da, yine adaletsizlikle ilgili, hukukun uygulanmasıyla ilgili sorunları hep yaşıyoruz. O haber sadece bir esinlenmeydi, çok etkilemişti beni dolayısıyla bunun sahnelenmesi gerektiğini düşünmüştüm. O sahnede izlediğiniz ikilem; bir doğumun başka bir ölüme sebep olması ve bunun kendi canından olması, bunlar çok ağır şeyler aslında. Ben bu öneriyle geldim, ekip çok sevdi.

Sahnelenmeden önce hamileliğini öğrendin sanırım?

Evet, artık oraya gelmiştik. Sonrasında oturup, hikayeyi değiştirdik sonrasında Çağıl Bozbeyoğlu yazdı ve yönetti. Böyle gelişti.

Oyun beni çok etkiledi. Zamanlaması ile alakalı sanırım. Son günlerde olanları dehşetle takip ediyoruz. Gazete sayfaları şiddet ve tecavüz haberleriyle dolu. Sence sanatın ve sanatçının rolü, bu şiddetin tanımlanmasında ve çözümünde nedir?

Bunu daha çok göz önüne sermek. Mesela bu oyunda olduğu gibi, birçok genç erkek seyircim çok etkileniyor ve tartışma konusu olmaya başlıyor. Belki bugüne kadar hiç kafa yormamışlardı böyle bir şeye, oyunun bir yerinde de söylüyorum, hani gazetelerden okurken, televizyondan izlerken ne kadar da uzak geliyor bunlar insana diye, evet gazetelerde görülüyor ama es geçiliyor. Fakat sanatçı bunu sanatsal şekillerde gündeme getirip, düşünmeye sevk edebilir.

Mesela Deniz Müzesi’ndeki gösterimimiz sonrasında bir de söyleşi yaptık yönetmenimle beraber. Çok faydalıydı çünkü orada fikir teatisinde bulunuyor insanlar. Bence sanatçı olarak da bizim görevimiz bu. Bir sorun varsa onu sanatsal olarak ortaya koymak ve üzerine tartışmak, insanları konuyu düşünmeye sevk etmek. Çünkü bence özellikle gençler, daha küçük yaşlardan itibaren böyle şeylerin bir kadının, bir insanın hayatında nasıl bir değişim, nasıl bir yıkım yarattığını görüyorlar. Hepimizin içinde kötülük vardır ama bazı sebeplerden dolayı o dürtülerimizi kontrol etmeyi öğreniyoruz. Bunlar cezalar olabilir, ya da vicdan dediğimiz, kendimizin görüp duygusal olarak etkilendiği ve “hayır, bu böyle olmamalı” dediğimiz durumlar var. Bizim görevimiz bu ya da en azından ben kendimi böyle bir yerde görüyorum. Kendimce bu konuyu daha çok konuşup tartışıp, hem erkekleri eğitip hem de kadınlara ne tarz haklarının olduğunu, tacizin tecavüzün anlamını anlatmak. Çünkü bazıları gerçekten bilmiyor.

Bazen, laf atılmasını bile biz aslında “ay ne güzel, beni beğendi” şeklinde karşılıyoruz. Öyle bir şey yok, bu bir sınır ihlali ve başka bir insanın sınırlarına hiç kimse giremez. Bizim bunları tanımlıyor olmamız lazım, ayrıca mesela kadın olarak güzelliğin, aslında ne kadar bir yerde anlamsız olduğunu da. Çünkü insan olarak güzelsek, bunun için hiçbir şey yapmamışız, yaradılış öyle. Sahte güzelliklerden bahsetmiyorum tabii. Bir insanın beni güzelliğimden dolayı seviyor olması, aslında en büyük hakarettir. Çünkü ben sadece dış görünüşten ibaret değilim, olamam da. Bakın bu erkeklerde çok daha farklı. Kadınlar erkekleri kişilik özelliklerinden dolayı seviyor ya da sevmiyorlar, ama kadınlarda öyle olmuyor. Bu duruma öncelikle biz kadınların karşı koyması gerekiyor. Çirkinleşelim demiyorum ama tek tutunacağımız yer güzelliğimiz değil. Bizim birçok başka meziyetlerimiz var.

Bizim kendi değerimizi, varlığımızın önemini bilmemiz gerekir. Bu da tabii ki ailede başlıyor. Önceki nesilleri suçlayamayız bu konuda. Bilgi, eğitim, toplumsal kodlar çok önemli. Bana göre, bizim şimdiki gençlerimizi daha iyi yetiştirmemiz lazım. Geleceğin erkeklerini yetiştirenler annelerdir, orada sorumluluktan kaçmamak gerekiyor.taise-farzan-dogumdan-sonra-olumden-once-bir-kadin-hikayesi-ni-anlatti-665995-1.

Bir çocuk bekliyorsun, oyunda çocuğunun nasıl bir dünyaya geleceği, nasıl biri haline geleceği üzerine sürekli sorular soruyorsun. Benzer sorular/ kaygılar şu an senin için de geçerli mi?

Yok. Niye biliyor musun? 20 yaşında değilim. Belli bir hayat tecrübesinden geçtiğimden dolayı. İddialı konuşamam, bunu bilemeyiz. Ama elimden gelenin ne olduğunu, olabileceğini ya da ne olması gerektiğini en azından bilgi olarak biliyorum, o var bende. Ha, uygulamada bu ne kadar olur ya da olmaz bunu göreceğiz. Belki 6, 10 sene sonra karşı karşıya geldiğimizde “ya biliyor musun Ayşegül, söylediklerimin hepsi faso fisoymuş” diyeceğim. Belki de, olabildiğini göreceğim. Ne ekersen onu biçersin. Bir de ben bu konularda rahat bir insanım, ama bu her şeyi bildiğim anlamına gelmiyor, sakın yanlış anlaşılmasın. Araya duygular, hayat şartları, toplumsal kodlar giriyor. Hiçbirimizin mükemmel olma şansı yok ama kaygılanmıyorum çünkü hem babası hem ben belirli evrelerden geçmiş, tecrübeleri olan insanlarız o yüzden hata yapsak da çok büyük hatalar yapmayacağımızı düşünüyorum.

Oyun, adalet sistemi eleştirisiydi aynı zamanda. Oyunda senin boynuna geçirilmek istenen bir idam ipi var. Son zamanlarda artan şiddet haberlerinin de ışığında söyleyebilirim ki biz kadınların boynunda, bazen bir idam ipi olmasa da, görünmez bir ip var. Bu ipi kim tutuyor?

Bunun sorumlusu işlemeyen hukuk sistemi. Baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti daha çok yeni kurulmuşken, kadınlar bayağı değerli varlıklar olarak ortaya konulmuş. Bugüne baktığımızda, o günlere kıyasla çok daha kötü bir yerdeyiz. Bunun sorumlusu, sesini çıkarmayan herkes.

Var olan kanunların uygulanması için çabalamak gerekiyor. Oyunda da bahsettiğimiz gibi, iyi hal indirimleri falan, nedir bunlar? Çocuğa tecavüz ediliyor, evleniyorsa affediliyor. Böyle bir şey yok! Tecavüz, bir insanın hayatını bitiriyor. Uzun yıllar, ciddi terapilerden geçmesi gerekiyor yeniden hayata dönebilmesi için.

Bu bağlamda, kadının kendini korumak için işlediği suçlar nasıl değerlendirilmeli?

Bu zor bir konu. Nefsi müdafaa nasıl belirlenir, ne kadar kötüye kullanılır, kullanılmaz, nasıl düzenlenmesi gerekir bunu hukukçular daha iyi bilir. Benim için, nefsi müdafaadan önce, bu suçların işlenemiyor olması daha önemli. Olayın orada durdurulması önemli. Kimse anasının karnından tecavüzcü, katil olarak doğmuyor. Biz ne yapıyoruz da insanlar bu şekle geliyor?

Eğitim sistemi çok önemli, cezaların düzenlenmesi de öyle. Almanya’da insanlar çok harika insanlar olduklarından değil, belirli cezalar olduğu için, hukuk uygulandığı için birçok şeyi yapmıyorlar. Bizim de bunları yapmamız gerekiyor.

Her insanın bir iradesi, reddetme ve kabul etme hakkı var. Haklarımızın doğumumuzla birlikte geldiğini bilmemiz lazım. İran, Türkiye gibi doğu ülkelerinde biz bunun daha az farkındayız, çünkü bu haklar kadınlara baba, abi, koca tarafından veriliyor ya da verilmiyor gibi, ama öyle bir şey yok!

Oyun Oriana Fallaci’nin “Doğmamış Çocuğa Mektup” eserinden esinlendi mi?

Yok hayır, olmadı ama daha sonra aynı şeyi biz de düşündük.

Seyircilerden nasıl tepkiler aldın?

Türkiye’deki oyundan sonra bazı gençler mesela, “çok kötü bir durum, kocasını düşünsenize!” o masum, sevgi dolu adamla kendilerini özdeşleştiriyorlar. Başlangıç için iyi bir nokta. En azından olur da günün birinde öyle bir dürtüsü olduğunda, sonuçlarını belki buradan hatırlayıp “hop, bir dakika” diyebilir diye umuyorum.

Türkiye seyircisi gerçekten çok iyi, oyuna ilgi çok fazla. Bir oyunumda mesela duydum, daha yaşlı kadın seyirciler, gençlere “sizin için bayağı ağır olmuş olmalı, umarım dersinizi almışsınızdır” gibi tepkiler de verdi.

Daha önce de Berlin’de sahneye çıktığını söyledin. Berlin senin için ne ifade ediyor?

Berlin benim yuvam her anlamda. Burada inanılmaz heyecanlıydım, prömiyerde bile bu kadar heyecanlı değildim. Berlin seyircisinin, hukukun daha iyi işlediği bir ortamda yaşıyor olmanın verdiği rahatlıkla, daha objektif bakabilme durumu var. Türkiye’de oynadığımda, oyundan sonra birçok insan yerinden kalkamıyor çünkü neredeyse her kadın hayatında en az 1 kere tacize uğramıştır. Buna ben de dahilim.

Türkiye’de oynadığım en son oyunda, nerede oynadığımı söylemeyeceğim, çok yaşlı bir amca geldi, beni tebrik etti ve benimle fotoğraf çektirmek istedi. Fotoğraf çektirirken, benim karnım burnumda, belime sarılıyor ve beni kendine çekmeye çalışıyor. Ciddi bir taciz var ortada.

Tepkiniz ne oldu?

Kenara çekildim, teşekkür ederim dedim ayrıldım. Yaşlı bir adam, böyle bir oyundan çıkmış. Saygısızlık da etmek istemiyorum ama bana saygısızlık yapılmasını da istemiyorum.

Galiba, bizim bu saygısızlıkla nasıl baş etmemiz gerektiği üzerine kafa yormamız gerekiyor. Orada aslında verilen tavır, o adamın sonraki hareketlerini engelleyebilir. O durumda, küçük dahi görünse, bir ses çıkarmamız gerekiyor.

Evet. İnan, ben bile bu kadar bunların içindeyken, o anda şey yaptım “Ben mi yanlış anlıyorum acaba?” olamaz yani, gerçekten dedem yaşındaydı ve yapabildi. Bazen insan gerçekten anlayamıyor.

Bildiğim kadarıyla birçok dil konuşuyorsun, oyunu farklı dillerde de oynamayı düşünüyor musun?

Oyunu Almanca, Farsça ve İngilizce de yapmayı planlıyoruz.

Son olarak; daha önce farklı ülkelerde yaşadın, şu an Türkiye’de yaşıyorsun. Planların Türkiye’de devam etmek mi yoksa yeniden bir taşınma var mı gündemde?

Planlarımız, temmuz ayı itibarıyla Almanya’ya dönmek. Tabii ki sık sık işlerimiz için İstanbul’a gideceğiz ama daha çok Almanya’da yaşamak istiyoruz. Bunun nedeni; 10 senedir İstanbul’dayım ve yoruldum. Çok yoruldum. Ben ilk gittiğim günlerden itibaren farklı dergilerde yazıyordum. İlk başta tepkiler “Beğenmiyorsan git” şeklindeydi. Ama bu beğenme beğenmeme meselesi değil, bu ülke ve insanlar daha iyisini hak ediyor.

Umutların mı bitti?

Enerjim bitti. Bu alandaki enerjim bitti.

Oradaki kaostan yoruldum ve en önemlisi her zaman İstanbul’da yaşarsam çok yaratıcı olabileceğimi düşünüyordum tam tersine yaratıcılığım neredeyse köreldi. Çünkü şehir beni yuttu diyebilirim. İlgilenilmesi gereken çok şey var, dışarı çıktığınızda eve sağ salim dönüp dönmeyeceğiniz bile belli değil. Ben kimseye kızgın değilim, bu bir toplum yapısıdır. Ama üzgünüm, çünkü bu toplum çok daha iyi şeyleri hak ediyor, gerçekten muhteşem bir ülke. Umut ediyorum ki, yeni nesiller farklı olur ve daha güzel bir yaşam imkanını sağlar çünkü Türkiye benim çok sevdiğim bir ülke. İranlıyım ama İstanbul’u sevdiğim kadar ve orada olmak istediğim kadar, orada yaşayabilmek için çaba gösterdiğim kadar İran için, doğduğum şehir Tahran için çaba göstermedim. İnsanın içinde bir burukluk da oluyor, ama her şey de bir yere kadar.