Antropoloji okurken kaybolma tehlikesi altında olan zanaatları görsel ve yazılı olarak belgeleme gibi bir ödev hazırlamamız istenmişti. Ben de Kapalı Çarşı’da bir bakırcı ustasını bulmuştum, ağırlıklı olarak çan yapan bir ustaydı. Kapalı Çarşı’nın bahçesi de olan bir bölmesinde yer alan bakırcıların olduğu yerdeydi dükkân. Her şey o kadar eskiydi ki, binadan, yapılan işe ve âdetlere, sanki zamanın durduğu bir yerdi. Sabah erkenden dükkâna gidiyor ve ustayla sohbet edip notlar alırken fotoğraflarını çekiyordum. Bakırcılar, çekiçlerini ritmik bir biçimde vuruyorlardı ve çıkan sesler büyülü bir melodiye dönüşüyordu. Zamanın orada nasıl geçtiğini anlamıyordum. Ödevi bitirmiş olmama rağmen ustayla arkadaş olmuş ve okuldan çıkar çıkmaz her gün yanına gitmeye başlamıştım. Bir süre sonra, ciddi ciddi okulu bırakıp bakırcı olmaya karar vermiştim. Usta, beni vazgeçirmeye çalışıyordu, oğlu bile öğrenmek istemiyordu bu zanaatı. Çok az kazandırıyordu bu meslek artık, teknoloji bu işin de sonunu getirmişti. Ne kadar kazanacağımdan çok, işin ve ortamın bana verdiği huzuru ve zevki seviyordum.

Şimdi düşünüyorum da, bakırcılığın bana verdiği o huzurun nedeni, sadece mekân ya da yapılan iş değildi. Takdir ihtiyacımı, hem yaptığım iş, hem de ustam fazlasıyla karşılıyordu, şekil verdiğim bakır parçasına bakarak, bir şey üretmenin ve yüz yıllardır süren bir geleneğin parçası olmanın hazzını… Sonra bakırcı olmadım elbette, ama ara ara hep gittim oraya, ustamın çayını içip çekiçlerden çıkan o melodiyi dinledim.

Teknolojik gelişmeler, fantezi ve gerçeklik arasındaki sınırı bulanıklaştırdıkça varlığımızın onaylanma ihtiyacı, daha yakıcı bir sorun haline geldi. Takdir edilme, çocukluktan itibaren temel ihtiyaçlarımızdan birisi. Başka türlü toplumsal hayata katılamazdık; tanınma, tanıma, işbirliğine katılma olmaksızın. Bu ihtiyaç, ölene kadar varlığını sürdürüyordu. İnsanın takdir edilmekten mahrum kalması, değersizlik ve yok sayılma hislerinden kaynaklı ruhsal acılara neden oluyordu, özellikle kendi kendini onaylayamadığında.

Todorov, ‘Ortak Hayat’ta takdir edilmenin ‘uyuşum’ ve ‘ayrıcalık’ olarak tanımladığı iki türü olduğunu yazmıştı. Birinde uygun görülen âdet ve normlara özenli bir biçimde uyum sağlayarak takdir edilme arzusu içindeyken, diğerinde kendisini en güçlü, en güzel, en zengin, en parlak göstererek takdir edilme çabası içindeydi insan. Bu ayrıma bakarak, hangisini aradığımı düşündüm, her ikisi mi, yoksa başka bir şey mi? Sanırım, üçüncü bir tür daha var, kendi kendimizi takdir edebilme. Çocuklukta uyuşum, ergenlikte ayrıcalık daha baskın takdir edilme türleri olsa gerek. Zamanla insan kendi kendisini takdir edemezse, hep başkalarına göre yaşamak zorunda kalmaz mı? Todorov, bu üçüncü şıkka hiç değinmemişti. Belki de bu üçüncü şık, içselleştirdiğimiz değerlere göre ya uyuşumla, ya da ayrıcalıkla ilişkili olduğu için.

Uyuşumda, daha çok ödevler söz konusuydu; topluma, ülkeye, çalışılan şirkete, içinde bulunulan gruba faydalı olacak bir işlevi yerine getirmek yeterli oluyordu, başkalarının bir şey demesi her zaman gerekmiyordu. Alınacak takdir, önceden içselleştirilmişti zaten, çeşitli âdetler ve normlar aracılığıyla. Kendi kişisel hayatlarında takdir edebilecekleri pek fazla şey olmadığı için, içinde bulundukları dinî ya da ideolojik grupla, tuttukları takımla, vatandaşı oldukları ülkeyle ya da çalıştıkları şirketle gururlanıyor ve o grubun bir parçası olarak takdir ihtiyacını karşılıyorlardı. Böyle kişilerin çalıştıkları şirketten atılmaları, parçası oldukları gruptan dışlanmaları gibi durumlarda, büyük bir zorluk yaşamaları muhtemeldi.

Günümüzde, bu iki tür takdir edilme çabası eşit öneme sahip olsa da, gittikçe artan bir biçimde ‘ayrıcalık’ arzusu, tüketim toplumunun da etkisiyle daha baskın bir hale geliyordu sanki. Sınırsızlık duygusu, tanrısallık sanrısı sürekli kışkırtıldığı için, ego gerçekçi bir biçimde kendini konumlandıramayıp zayıflıyordu. Zayıflayan ego, başkaları tarafından takdir edilmeye muhtaç bir hale geliyor ve bu muhtaçlık egoyu daha da zayıflatıyordu.

Bakırcılar çarşısında umarım çekiçlerden çıkan o melodi yayılmaya devam eder…