Taksim’e geçit vermemek için tüm gücüyle önlem alan devlet, Komünistler zekice davranıp yasakları delince çılgına döndü. Zihinlerde Taksim günden güne daha bir gerilimli imgeye dönmüş belli. Tarihsel bir hesabın görüldüğü er meydanı olan Taksim; dün işçi sınıfının şahlanışına tanık olduğu için kapandı (1977), bugün “Haziran Dirilişi” eklenince daha bir tehlikeli oldu. Nihayetinde ceza kesildi ve kısasa kısas mantığı uygulandı. İri yapılı olan üç komünist seçildi ve “Memura Mukavemet” gibi muğlak bir gerekçeyle tıkıldılar içeri.

İçerdekilerin rahat olduğundan eminim. Hırsız değiller, arsız değiller… Siyasal kavgaya girerken ve zekice kurguyu yaparlarken bedel ödeyeceklerini hesap etmişlerdir. Ortada bir suç olmadığı için, kısa bir süre sonra aramıza dönecekler. Fakat Taksim takıntısı rüyalarına giren padişah için durum aynı rahatlıkla açıklanamaz. Henüz “Gezi Dirilişi”ni unutamamışken, bir de Taksim’e dikilen ‘Orak Çekiç’li kızıl bayrak eklendi uzun, uykusuz gecelerine. Memlekette herkes gergin ve tuhaf bir bekleyiş içinde… Ama kimse sarayda uyuyan kadar gergin ve tedirgin değil, buna eminim…

Sürekli yakınlarından kurban vererek, arkasında kindar bir kalabalık biriktiren muktedir; iktidarını koruyabilmek için, en kötü oyuna başvuruyor. Bir elinde kutsal kitap, diğerinde bayrak, ağızda düşman sözlerle dolaşıyor. İmanını tekrar anımsatıyor ahaliye ve biat etmeleri, buyruklarına uymaları için aba altından sopa gösteriyor. Ama bu coğrafyanın yaramaz çocukları var. Zekiler ve oyunbozanlar… Esasen tüm dünya böyle… Gün geliyor büyü bozuluyor, zalimlik çıplak biçimde sergileniyor. Sırtına binilen hayvan silkelenip üstündeki ağırlıktan er ya da geç kurtulmak istiyor.

Tüm hukuk kurallarının çiğnendiği, etik herhangi bir ölçünün zaten olmadığı ve ‘kazanan daima haklıdır’ gibi tiksindirici ezberin yinelendiği bir ortamda seçime gidiyoruz. Sağlıklı bir seçim yapıldığını kimse söyleyemez. Eğer denklem yanlış kurulmuşsa, buradan elbet doğru bir sonuç çıkmaz. Nihayetinde büyük kitle asgari bir beklenti içinde… Sadece nefes almak istiyor insanlar…

‘Eski Türkiye’ pek bir şeye benzemiyordu, lakin bu yenisi artık ‘Türkiye’ değil! Kurumların, kuruluşların adları var, kendileri yok. Orman kanunları geçerli diyeceğim ama orada bir mertlik ölçüsü var, buralarda alabildiğine pusu kültürü hâkim. Bu zalimliği yapan, günün birinde aynısını yaşayacağını biliyor ve o yüzden soğuk ter döküyor…

Baltimore’da isyan eden siyahileri anlamak için yakından bakmak gerek. Daha dün Fransa’da aynı direniş yaşandı. Ortadoğu’da işler farklı hallediliyor. Görüyoruz ki; cehalet, hamaset bir yere dek iş görüyor. Polis, şiddet, korku toplumu sindirmeye yetmiyor. Dahası; ölümle yaşamaya, sürekli aşağılanmaya alışkın olan kimseler, çok sert tepki veriyor. Bugün ülkenin pek çok yerinde Alevilerin, Zerdüştlerin, Kürtlerin, kadınların, laiklerin, sosyalistlerin ruh hali böyle! Sürekli bağıran bir muktedir ve çalınan hayatlar… Vazgeçilen yüzde bilmem kaç önce yılgın olur, sonra gamsız, sonunda isyankâr…

Cemaatleşme, gettolaşma sorunu giderek artacak. Kendini yalnız ve çaresiz hisseden bireyler sığınak aramaya koyulacak, kaçınma hareketleri başlayacak. Şimdiden pek çok mahallede gençlerin öfkesini işitiyoruz, gerekçesiz tutuklama ve tahrik edilen şiddetle birlikte patlamaya hazır bir yanardağ oldu toplum. Geleceği çalınan insanın isyanı bu! Kötü bir oyun. Üstelik tüm ifade kanalları kapanınca ‘Ben varım’ demek isteyen kimseler için tüm yan yollar meşru olur. Birine ‘Sen yoksun!’ demek hakikati değiştirmez. Aleviler ve Kürtler vardı mesela. Öldürmekle, dövülmekle de tükenmediler.

Bugün daha büyük bir açmaz içinde kıvranıyor toplum. Ucuz çıkar için kendinden vazgeçmiş bir kitle var, öte yanda tarihsel olarak verdiği kavgayı tamamlamak üzere olan bir başka kitle saf tutmuş durumda ve arada çatısız, kapısız, bacasız kalmış ürperti içinde koskoca kimsesiz bir kalabalık. Büyük patırtı içinde sesi duyulmayan zavallı küçük adamlar/kadınlar…

Üstelik tek bir soru sorsan kıyamet koparacak kadar kırılgan fay hattı.

Taksim’e düşülen not özgürlük içindir!