1 Mayıs için geçen yıl Bakırköy’deydik. Yazık ki alın teri kavgası vermek için ancak bir avuç insan toplanabildik. Neoliberal alçaklık tüm dünyayı kasıp kavururken, bizim emekçileri de dinci, milliyetçi yapmayı başardı. Sınıfına ait direnişin safında olmak yerine, yaratılan muhtaçlar toplumu içinde kıvranır oldu işçiler. Bu güvenle, sinsi kurgu yapan İslamcı iktidar, önce bir lütuf gibi sundu Taksim’i ki hiç öyle değil; ardından “vazgeçtim” dedi ve buyurgan biçimde hepimizi Bakırköy’de, daracık bir meydana tıktı. Tecrit edildik, görünmez kılındık!

Hiçbir kavga akşamdan sabaha kazanılamayacağı gibi, sorunlar da köksüz, zamansız değildir elbette! 12 Eylül sonrası hep emek düşmanları yönetti ülkeyi. “Ankara’nın şişmanı işçi düşmanı” boşuna denmedi mesela! TÜSİAD boyunduruğundaki siyasal iktidarlar, kinle ve nefretle baktılar işçilere. Yaşadığımız günler oradan mirastır anlayacağınız. Evren’le RTE arasındaki mesafe kısacıktır. Milliyetçi, muhafazakâr siyaset her daim piyasaya uygun davranmış, kapitalizmin hizmetinde olmuştur.

Taksim’in kapısı neden kapanır işçiye? Ülke madem eşit yurttaşlardan oluşmakta; vergisi daha eline almadığı maaşından kesilen bu insanlar neden tulumlarıyla yürüyemez Taksim Meydanı’na? Teşbihte hata olmasın; aileler engelli çocuklarını nasıl eve mahkûm ediyor, görünmez kılıyor, utanıyorsa; işçi sınıfı için siyasal iktidarın ruh hali bu gibi gelir bana! Bakırköy kararı buna uygundur. 1 Mayıs’ı kutlayacak olanlar mimlenmiş, hasta sayılmış, bir tür teşhir edilir hale sokulmuştur. Terörist, bölücü bir avuç vatan, millet düşmanının eylemi değil midir 1 Mayıs iktidarın gözünde?

Taksim’i yaşayan biri olarak, geçen sene Bakırköy’de çok acı çektim ve üzüldüm. Bu sene bileşenlerin neden Taksim’de ısrarcı olmadığını biliyorum. Çıkacak bir çatışmanın AKP’nin ekmeğine yağ süreceğini biliyor deneyimli meslek örgütleri, sendikalar. Tutunacak dalı kalmayan, ancak OHAL ile ülkeyi yönetebilen AKP’nin bir düşmana ihtiyacı var ve 1 Mayıs arayıp da bulamayacakları fırsat! İşçiler, emekçiler ve onların yanında duranlardan daha güzel düşman mı olur? Üstelik patron kulübü işbirliğine hazır! Fakat…

15 Temmuz kalkışması ardından, can düşmanı CHP’ye Taksim Meydanı’nı açan AKP’ye sormak hakkımız değil mi: O koşullarda, yani henüz kalkışma olmuşken, at izi it izine karışmış, kim dost kim düşman belli değilken bile, işine geldiği için Taksim’i veriyorsun da, şimdi elinde OHAL gibi bir sopa varken, işçilerden neden korkuyorsun? Can güvenliğini sağlamak devlet olarak senin görevin değil mi AKP? Herhangi bir suiistimali önlemek, amacın dışına çıkacak olanları saptamak ve önlem almak senin sorumluluğunda değil mi AKP?

Yoldaşlarının katledilişinin kırkıncı yılında Taksim’de bir anma yapamayan işçiler, bir kez daha vurulmuştur bana kalırsa. Acı olan şudur: Artık sendikal hareket zemin kaybetmiş, alın terinden mücadelesinin gücünü alan işçi sınıfı da vasatın, bayağılığın, hamasetin kucağına itilmiştir. Yüksek sesle Taksim talebinin gelmemesi, bunu dile getirenin ya meczup ya vatan haini sayılması bundan! Taksim Meydanı deyince, AKP’nin aklına milyonlarca işçinin örgütlü haykırması, Gezi Dirilişi geliyor. Bunlara Taksim’i verirsek, terk etmezler, diye korkuyorlar. Yurttaşından korkan bir iktidar olur mu?

Belli ki pazartesi gününe “hayır” süreci kazanımı, mücadelesi damga vuracak. Belleği zayıf topluma olanları anımsatmak, haklılığı göstermek için değerli bir olanak 1 Mayıs! Bakalım zahmetsiz biçimde Taksim’i alanlar, bu kez yıllarca kan ve gözyaşı ile mücadele edenlerin yanında duracak mı? Dalga dalga büyüyen “hayır” artık bir halkoylaması oy tercihi değildir. Baskıya, diktaya karşı köle olmayacak milyonların, aydınlanmacıların etrafında birleştiği bir sözcüktür HAYIR!

Bir anımsatma; emek kavgası yılların birikimidir, biri istedi diye, süreç aleyhe döndü diye sonlanmaz. İnsanlığın varacağı zorunlu son noktadır sosyalizm. Dil, din, milliyet ayrımı olmadan, tüm dünyanın güzel insanları birleşmek zorundadır zalime karşı! Hepimiz emekçiyiz, hepimiz “hayır” diye haykırıyoruz, nerede olursak olalım…