Meydanı estetize ederek seyirlik bir nesneye dönüştürmek, sosyal ağlar için anlık paylaşım karelerine fon olmak yeni kent yönetiminin hizmetten anladığı mıdır? Yapılış süreci itibariyle her biri birer “gecekondu” olan ve kent suçu işlenerek yapılan şu anda The Marmara Oteli, Ceylan Intercontinental vb. yapılara dokunmamak, söz konusu yapıları ve yapılma süreçlerini meşrulaştırmak olarak yorumlanamaz mı?

Taksim Meydanı ya da Prometheus'un Ciğeri

V. METİN BAYRAK

Her gün bir felakete uyanıyoruz… Her gün onlarca kişi hukuksuzca evleri basılarak tutuklanıyor. Keyfi biçimde açılan dosyalar nedeniyle belirsizlikle cezalandırılıyor. Bu iklimde 12 Eylül’ün olağana dönüşüp ana akımlaşan rejiminin kullandığı yöntemin dışında her girişim bir umut. O nedenle Taksim Meydanı’nı düzenlenmesine dair girişim, bir kent meydanını aşan bir olgu.

Her şeye rağmen, hayata devam etme içgüdüsü, bizi yaşatan. Nefes aldığımız sürece umut vardır. Su, hayat denir. Hayat, tıpkı su gibi hapsedilemez. Hayata can veren su. Suyu hapsederek iktidarını sürdürmek isteyen ucube bir parti devletince yönetiliyoruz, adımıza savaş kararları alan, hesapsız harcamalar yapan, denetim kurumlarını çoktan ilga etmiş…

Biz de umutlu insanlardanız. Umudunu kaybedenlere, azalanlara umut verebiliriz. Bunun yollarından biri de hakikat üretimine eleştiri ile katkıda bulunmak; eleştiri, tesadüfi değilse ancak otonom öznelerce yapılabilir. Hakikat, o eleştirinin açtığı kapıdan sızan ışık. Olgu, ne denli aralanırsa o denli çıplaklaşır, manipülasyonlarla örtülmesi engellenir. Eleştiri, böylesi bir iklimde hayata can veren sudur.

Eleştiri, ne hakkında konuştuğumuzu, belli bir ontolojik, epistemolojik bağlama oturtarak olanın anlaşılmasını kolaylaştırır. Olanın gündeme gelmesine, hegemonya tarafından parlatılan yanlarının gölgesinde kalan boyutları görünür kılarak hakikat üretimine hizmet eder. Eleştiri, bir anlamda olguyu çözünür hale getirerek billurlaştırır; algının önkoşulu netliği sağlama, bir başka deyişle sislerin dağılma işlevini üstlenir.

Taksim Meydanı için açılan yarışmayı, süreci, tarihi, önümüze konan üç örneği, kent, meydan, kamusal alan, plebisit ya da oylama, tanımlı mekan/sallık, ilişki, plastik, yönetişim, bellek, kimlik, seyirlik, kent estetiği, park, tüketim, karşılaşma, forum, agora, temsil, politika yapma kavramları üzerinden konuyu kritik etmeyi amaçlayan bu yazılamayı klavyeye aldım.

Taksim Meydanı, politik, ideolojik anlatıları bir yana bırakırsak öncelikle büyük bir metropolün meydanıdır. Özü itibariyle kamusal alan. Tanımlı bir mekansallık değil. Sonsuz içerimlere içkin, dişil bir alan. Belli bir işleve indirgenemeyen bir kentsel alan. Nasıl bir yer olduğunu görmek, havasını teneffüs etmek için bir gece yarısı adımlamak yeterli. Panayır yeri gibi dünyanın her yerinden insanın birbirinin kokusunu alabileceği, kulağınıza birkaç dakikada onlarca dilin çalındığı, her köşede farklı müziklerin seslendirildiği, kimilerinin kendiliğinden oluşan kitleyle dans ettiği, kimi göçmenlerin, metropolün sakladığı “yabancı”ların tezgâh açıp nafakasını çıkardığı… Sonsuzluğun cisimleştiği kamusal bir alan.

Greklerin agorası, Latinlerin forumu, Müslümanların Ulu Camiisi kamusal anlamda karşılaşmalara izin veren işlevlere haiz. Günümüz modern kentleri meydanlarıyla anılır. Bir anlamda modernizmin ürünü bu kentsel birim, politikaya, demokrasiye de içkindir.

Dünya kentlerinin meydanlarını, dilerseniz, ağlardan inceleyip Taksim’e “meydan” adı altında yapılmak istenen ve oylamamızı istedikleri projelerle karşılaştırın. Teknik ‘donatılar’ gözetilse bile ya meydanın ruhu? Dünyada pek az meydan vardır ki bu denli ağır bir belleği olsun. Tasarımların söz konusu bellekle nasıl bir ilişki kurdukları belli değildir. Biri, meydanın altına “hafıza müzesi” konumlandırarak söz konusu hafıza ile “arşivsel” bir bağlantı kurmaktadır. Meydana ağaçlar yerleştirmek, ekolojiye sahip çıkıp AKP’nin beton severliğini reddetmek midir? Simgeler üzerinden mücadele ve “muhalif” bloka selam göndermek ile kentin ana meydanını katılımcılıkla yeniden ele almak yan yana yapılabilir mi? Meydanı estetize ederek seyirlik bir nesneye dönüştürmek, sosyal ağlar için anlık paylaşım karelerine fon olmak yeni kent yönetiminin hizmetten anladığı mıdır? Yapılış süreci itibariyle her biri birer “gecekondu” olan ve kent suçu işlenerek yapılan şu anda The Marmara Oteli, Ceylan Intercontinental vb. yapılara dokunmamak, söz konusu yapıları ve yapılma süreçlerini meşrulaştırmak olarak yorumlanamaz mı? Projelerin bu yapılara dokunmaması ile rejimin dokunulmazlığı arasında paralellikler kurulabilir mi? (Hakkaniyetli olmak sorumluluk, projelerden yalnızca biri yakın zamanda yapılan o battı-çıktıya müdahale etmiş, tebrikler.) Jürinin vize verdiği projeler, meydanın kendisiyle, mazisiyle, çevresiyle ve kentle nasıl bir ilişki kurmaktadır? Kentin 2020 sonrası dünya ve kentselliğine dair ne tür bir vizyonu referans almaktadır? Sorular, çoğaltılabilir. Aslolan, tartışma zeminin yaratılarak eleştirinin işletilerek hakikate giden yolun açılmasına katkı sağlayabilmekte.

Taksim, her zaman hem kentin hem ülkenin gündemini meşgul eden bir varlık. Politik ve/veya kimlikler için bir tür “er meydanı” olageldi. Buraya dair her girişim, özü itibariyle politiktir. Politikliği, kamusallığına içkin. Taksim Meydanı’na dair tasarruflar, yakın tarihin arenası. Hem buraya olanlara hem de burada olanlara kısaca bakmak, bir tür hafıza tazelemek “ne” hakkında konuştuğumuzu belirlemek açısından işlevsel olabilir.

Zira, bir şeyi tarihselliğinden almak, bağlamından koparmak, bir tür iç boşaltmak, hafızasızlaştırmak, manasını soyarak nesneleştirmek pratiği hatta oldukça ideolojik bir tutumdur. Hatırlatmak, bu açıdan direnci sağlayacak işleve sahip politik bir eylem. Bu yazı, bu nedenle de yazılama.

Yönetim, 19. ve 20. yüzyılı imlerken günümüzün midesi artık kaldırmıyor. İster yerel yönetimlerde ister merkezi hükümette yer alanlar olsun çağın ruhunu taşıyan yurttaşlar ve ağdaşlar (citizen-netizen) artık yönetişim (good governance) talep ediyorlar. Buna açık olanlar, çağla eşzamanlı şekilde akıp mevcut sorunları çözmek iradesini yaratabilirler değilse kartal olup ciğerle beslenmeye devam ederler; ciğeri parçalayan her gaga ile meşruiyetten de uzaklaşır.

Eleştiri tamam da çözüm! Sorun nasıl süreç(tey)se çözüm de süreçte. Demokrasi, o sürecin kendisi. Oylamayla elde edilen çıktı değil. Meydanı, meydanı kullananlarla (çocukları, yaşlıları, turistleri, çiçekçileri, fotoğrafçıları, seyyar satıcıları, sokak müziği yapanları, seks işçilerini, güvenlik görevlilerini, güvercinleri…) problem haline getirip katılımcı tasarım çözümlerini işletmek. Bunlara dair yeterli kuramsal çalışmalar ve deneyim bulunmakta.

Geçmişe ait izleri -yani ortak belleğimiz yapamadığımız olayları-, birer hafıza nesnesi olarak meydana içkinleştirmek, cesurca bir eylem olarak statükoyu ve uygulamalarını kendine dert edinmek, meseleyi, teknik bir mekan kurgusuna indirgemeyip politik yanını da bir değişken olarak sürece dahil etmekle olanaklıdır. Özü itibariyle cesurca bir eylemdir. Mekanı dişilleştirir, yeni işlevler doğurabilir hale getirir. Böylece mekan, iktidarın atomize olmasını değil parçalanıp dağılmasını sağlar. İktidarın parçalanmasının türevi olarak özgürlük doğar.

EPİLOG

Taksim Meydanı, 'Yeni Türkiye' ideolojisini ete kemiğe büründürmüş: Meydan, parka dönüştürülmüş! Ne bellek ne politik içerimleri kalmış ne de meydanlığı... Üç proje oyumuza sunuldu. Oylanacak projeler, meydan değil, PARK! Kaldı ki her şey oylama konusu olamaz. Günümüz kavramlarından “katılımcı demokrasi” ne sandık pazarlamacılığına ne de halkla ilişkilerciliğe indirgenebilir. Demokrasi, sonuçtan çok o sürecin kendisi olsa gerek. Durmak yok, ciğerimizle beslenmeye devam edin!