Toplumsal muhalefet açısından Taksim’e girebilmeyi başarmak, eğer bir basınç boşaltma, bir “katarsis” pratiği olmanın ötesine geçecekse şimdi, bu pozisyon savaşı içinde yeni şeyler yapmayı düşünmek gerekiyor

Taksim mitingi, toplumsal muhalefet, “pozisyon savaşı”

ERGİN YILDIZOĞLU
Araştırmacı - yazar

Başarısız darbe girişiminden sonra, Taksim’de 24 Temmuz'da gerçekleşen görkemli miting bir çok açıdan önemlidir ama, bu önemin tarihsel bir boyutu olduğunu ileri sürmek için henüz erken. Çünkü bu şimdilik inşa edilmeyi bekleyen bir boyuttur.

Siyasal İslam’ın hükümeti. Gezi olayından sonra Taksim Meydanı'nı toplumsal muhalefete kapatmış, girme çabalarını mutlak bir önyargıyla, abartılı bir şiddetle bastırır olmuştu. En azından bu nedenle bile olsa, toplumsal muhalefetin CHP inisiyatifiyle uzun bir aradan sonra Taksim Meydanı'na girmeyi başarması çok önemli.

Dahası, CHP sokağa çıkarken, Taksim Meydanı'nda, “DİSK, KESK, TMMOB, TTB, Eğitim Sen, Eğitim-İş Sendikası, Birleşik Haziran Hareketi, Emek Partisi, Halkevleri, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Alevi Bektaşi Dernekleri Federasyonu, Alevi Vakıfları Federasyonu, Ergenekon ve Balyoz davalarından yargılanan bazı isimler ve ailelerinin de katılımıyla” Gezi olayındakini anımsatan bir birlikteliğin, hatta ittifaklar dizininin fiilen yaşama geçirilmiş olması AKP projesi karşındaki toplumsal güçler hakkında da bir fikir vermektedir. Bu sırada, sol hareket, Birleşik Haziran Hareketi açısından da yeniden bir görünürlük ve dinamizm kazanma şansının ortaya çıkması da ileriye yönelik yeni olasılıklara işaret etmektedir. Muhalefet kanadında olmakla birlikte Taksim mitingine katılmayan grupların, gelecekte bu olasılıkların içinde yer almaları beklenir.

Meydandaki çokluğun, “Cumhuriyet ve demokrasiye sahip çıkalım”, “Askeri ve sivil darbeye hayır”, “Ne darbe, ne dikta, iktidar halka”, “Darbelere hayır”, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”, “Yaşasın laik demokratik Türkiye”, “İdama hayır” gibi sloganlara sahip çıkması, bu birlikteliğin hatta olası ittifakların zemini hakkında bize bir fikir vermektedir.

Kimi arkadaşların kapitalizmin yapısal krizi içinde, ekonomik ve siyasi çelişkiler derinleşir, toplumları bir arada tutan “bilişsel haritalar” dağılır, büyük güçler arası rekabet hızlanır çatışma olasılıkları artarken, demokrasinin bir imkânsızlık olduğunu vurgulamalarında önemli ölçüde bir haklılık payı olduğunu ben de kabul ediyorum. Ancak, bugünkü durum içinde çokluğun, sınıfların bilinç düzeyi de bellidir. Lenin’in Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı kitabında vurguladığı gibi, bizim kafamızda açık olanların, kitlelerin kafasında açık olmayabileceği gerçeğini kabul ederek, burada oluşan kitle çizgisinden, bunun en sol sınırında yer almaya çalışarak başlamak gerekmektedir.

Ben, bu başlangıç noktasının, kapsamı düşünce ve sınırsız eleştirme özgürlüğü olarak genişletilecek bir Laikliğin savunulmasına dayanan, haklar ve özgürlüklerin sürekli genişlemesi anlamında ucu açık bir demokrasi talebi olabileceğini düşünüyorum.

Böyle bir talep, kapitalizmin, burjuva uygarlığın, tarihi boyunca insanlık adına geliştirdiği tüm kazanımlara sahip çıkmaya; kapitalizmin, kapitalist uygarlığın içkin bir eleştirisi üzerinden kapitalizmin ve uygarlığının ufkunu aşabilecek proje ve programlara yönelmeye, “komünist hipotezi” bir kez daha denemeye olanak verecektir. Bu deneme çabaları da , Taksim mitinginin tarihsel boyutunun inşasına yönelik pratiği oluşturacaktır.

Ancak bu deneme çabalarının, çokluğun tabakalı bilinç düzeyinin, kitle çizgisinin yanın sıra, andaki durum içinde karşı tarafın projesinin yol haritasını ve potansiyellerini de göz ününe alması gerekir.

Pasif devrim - pozisyon savaşı

Burada, AKP’de temsil edilen siyasal İslam’ın restorasyon projesine, 14 yıl boyunca hem devletin hem de toplumun aşamalı olarak, adeta moleküler düzeyde değiştirilmesine, sivil toplum alanının, en önemlisi eğitim kurumlarının, Sünni İslam’ın “hakikat rejimi”ne uygun biçimde yeniden şekillendirme çabalarına, liberal entelijensiyanın kararsızları, çeşitli yalanlar ve fantezilerle, siyasal İslam tarafına kazanma sürecine baktığımızda, “pasif devrim” çok anlamlı bir açıklayıcı kavram olarak karşımıza çıkıyor.

Pasif devrim sürecini değişken, kimi zaman genişleyen kimi zaman daralan ittifaklar, kimi zaman geri atılan adımlar ama, proje doğrultusunda sürekli bir hareketlilik, fırsat yakalandığında bazen ileriye doğru ani bir sıçrama, sonra duraklayarak konsolidasyon, çabası olarak düşünebiliriz. O zaman da bu “pasif devrim” sürecinde siyasi mücadelenin, çok özel ve ender anlar dışında esas olarak bir pozisyon savaşı olarak ilerleyeceğini görebiliriz.

Taksim mitingini bu pozisyon savaşının son örnekleri içinde bir yere yerleştirmeye çalışmak yararlı bir düşünce pratiği olacaktır.

Bu başarısız, ama çapına göre çok kanlı yaşanan darbe olayının, az öncesine baktığımızda karşımıza AKP’de temsil edilen siyasal İslam’ın projesinin pasif devrim sürecinde bir tıkanıklık yaşamakta olduğu söylenebilir. “Sorgulanamayan, denetlenemeyen bir Başkanlık” sistemi kurma çabası duraklamış, Suriye ve Kürt savaşları, sonuç vermeyen kanlı bir bataklığa saplanmıştı. Ülkenin en önemli kentlerinde bombalar patlıyor, ekonominin ayakta kalabilmesi için yaşamsal olan turizm gelirleri, yabancı sermaye giriş grafikleri yanlış bir yöne gidiyor, “uluslararası topluluk” içinde Türkiye’nin yönetilemediği algısı hızla yayılıyordu. Bu noktada AKP yönetimi geri adımlar atmaya, “posizyon” kaybetmeye başladı. Projenin önemli bir siyaset teorisyeni olan Davutoğlu ve çevresi tasfiye edildi. Rusya, İsrail gibi son derecede önemli iki konuda siyasal İslam’ın tabanına anlatılması kolay olmayan tavizler verildi, hatta bu tavizlerin Suriye’de Esad rejimine doğru genişleyeceğinin işaretleri belirdi.

Şok ve yapılandırma

taksim-mitingi-toplumsal-muhalefet-pozisyon-savasi-167302-1.

Askeri darbe girişimi tam bu noktada patlak verdi, kimi yorumlara göre erken doğum yapmaya zorlandı, kimilerine göre tongaya düşürüldü. Bunları polisiye konular olarak tarihçilerin yargısına havale edelim. Darbe girişimi, AKP’de temsil edilen siyasal İslam’ın içine düştüğü tıkanıklıktan çıkmak, geriye doğru attığı adımları dengeleyecek yeni pozisyonlar kazanmasına olanak verecek bir “toplumsal şok” durumunu yarattı. Naomi Klein’in “Şok Doktrini” başlıklı çalışmasında gösterdiği gibi, toplumlar en iyi ve kapsamlı olarak, “bilişsel haritalarını” dağıtan, belirsizlik, korku ortamı yaratan bir şok ile sarsıldıkları, kısa bir süre için de olsa düşünme kapasitelerini kaybettikleri anlarda şekillendirilebiliyorlar.

O cuma gecesi yaşananlar, ardından gelen şiddet, tutuklama, tasfiye süreci öyle bir şok yarattı ki, sıradan askerlerin başına gelenler, Şili darbesindeki tutuklama salonlarını anımsatan görüntüler, işkence, tecavüz iddiaları, “insan haklarının” askıya alındığına ilişkin açıklama, camilerin doğrudan devletin ideolojik ve kitle mobilizasyon aracı olarak kullanılması, bu kitleyi silahlandırma talepleri, adeta bu şok içinde şaşkınlık ve öfke yaratma kapasitelerini yitirdiler. Rejim, lideriyle sokakları başarıyla birleştirmeye, Fethullahçı temizliği kapsamında muhalefete yönelik açık şiddeti kurumlaştırmaya başladı.

Bu “şok” içinde demokrasi güçlerinin, siyasal İslam’ın muhalefetinin doğaları gereği ve gayet haklı olarak darbeye karşı çıkmaları, pozisyon savaşında her iki tarafa da yeni olanaklar getirdi. Ne yazık ki, muhalefetin en güçlü parçası olarak CHP’nin bu pozisyon savaşını demokrasi güçleri açısından iyi yönetemediğini görüyoruz.

Taksim mitinginin ardından Saray toplantısına gitmesi, Taksim mitingini, pozisyon savaşı içinde bir basınç boşaltma operasyonu olarak AKP hanesine yazma riskini beraberinde getirdi. Kılıçdaroğlu’nun uzun süre atıp tuttuktan, “tıpış tıpış gelecekler” ifadesiyle küçümsendikten sonra, HDP’yi dışlayan bir Saray toplantısına, elinde talep listesiyle gitmesi AKP’ye yazıldı.

Buna karşılık, toplumsal muhalefet açısından Taksim’e girebilmeyi başarmak, eğer bir basınç boşaltma, bir “katarsis” pratiği olmanın ötesine geçecekse şimdi, bu posizyon savaşı içinde yeni şeyler yapmayı düşünmek gerekiyor.

Akıl, örgüt, disiplin

“Düşünmek” noktasından başlarsak, bir ortak aklın, bir “modern prens”in oluşması artık, salt siyasi anlamda değil fiziki açıdan da yaşamsal bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Muhalefet içindeki farklı akılların ortak paydasına ulaşma konusunda, “kapsamı, düşünce ve sınırsız eleştirme özgürlüğü olarak genişletilecek bir Laikliğin savunulmasına dayanan, haklar ve özgürlüklerin sürekli genişlemesi anlamında ucu açık bir demokrasi talebi” bize yardımcı olabilir.

İkincisi, toplumsal muhalefetin parçalanmışlığının aşılmasına olanak verecek, doğasına uygun bir eşgüdüm “makinesini”, pratik bir örgütlenmeyi yaratmayı başarmak gerekiyor. Bu noktada Haziran Hareketi’nin varlığının önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Son olarak disiplin: İktidarın elinde son derecede etkili fiziksel ve simgesel şiddet araçları, taban örgütleri adeta sınırsız mali kaynaklar var. Muhalefet bu olanaklardan bugün için tamamen yoksundur. Bu yüzden, mücadele edebilmek bir yana, hayatta kalabilmek için bile kaynaklarını birleştirmek dar grup çıkarlarını, lider egolarını ve tarihsel rekabet/husumet konularını geride bırakarak güçlü bir eylem disiplini yaratmaktan başka bir çaresi yoktur.