Sürekli olarak Alevi oldukları için başvurdukları üniversitelerdeki kadrolara alınmayanlara dair olaylar kulağıma çalınıyor. Durum çoğunlukla eğitim kadroları henüz zayıf yeni taşra üniversitelerinde cereyan ediyor. Yurtdışında doktorasını bitirmiş akademisyenler nitelikleri ile değil, etnik kimlikleri ve inançları ile rektörlerin ilgisini çekiyorlar. Adayların reddedilme gerekçeleri bu kadar doğrudan ifade edilmemiş olsa da, Alevi olmalarının ilgili olduğu ima ediliyor her seferinde. Ayrımcılığa maruz kalan adaylar ise bu iddia ile değil biliminsanı kimlikleriyle gündeme gelmeyi tercih ediyorlar haklı olarak. İnsanların yaptıkları işler, ürettikleri değerlerle değil, etnik ya da inanç kimlikleriyle değerlendirildiği bu utanç verici uygulama afişe edilmesi gerekirken, kimlikleri üzerinden yaşadıkları aşağılanma yetmiyormuş gibi adaylar geleceklerini düşünerek susma yolunu seçmek zorunda kalıyor.

Aleviler’in çektiklerinin milyonda birini yaşamayan Sünni muhafazakâr kesimin 28 Şubat ve öncesinde yaşadığı münferit mağduriyet öyküleri AKP tarafından araçsallaştırılmış ve nihayetinde 28 Şubat mitosu ortaya çıkmıştı. Derin devlet ve darbelerle tarihsel bir geçmişe sahip sol duyarlılık ve liberal kesim adına 28 Şubat haklı olarak, sorunlu bir yerde duruyordu. İçlerinden bazıları bu süreçte bolca muhafazakâr mağduriyetine değinerek yeni iktidara yanaştı, ve AKP’ye ihtiyacı olan entelektüel desteği verdiler. Aydın sorumluluğunun katkılarıyla 28 Şubat neredeyse Türkiye’nin en vahim günlerinden biri olarak tarih sahnesinde yerini alırken, günün anlam ve önemi AKP’nin kurucu değerlerinden biri oldu.

Yetmez Ama Evet, 28 Şubat üzerinden yapılan çalışmaların meyvelerini verdiğinin kanıtıydı. İnançlı kesimi temsilen yaralı taklidi yapan AKP’ye verilen destek vazifesi olmayan işleri kendine görev edinmiş, orduya olan rahatsızlıkla birleşmişti. Hikaayenin sonrası herkesin malumu. Cemaat ve AKP ortaklığı yasadışı yollardan geçmişin intikamını misliyle aldı. Bunu yaparken de devlet daha inançlı, daha Sünni bir yörüngeye oturtuldu. Her defasında, hepimizden fazla hukukun üstünlüğüne dem vuran, hassasiyetleri ve öngörüleri bir çoğumuzdan daha “duyarlı ve kesin” olan YAE’ciler Gezi’ye kadar manzarayı trene bakar gibi izlediler.

Gezi’de ölen gençlerin tamamının Alevi olması ise bu halkın bitmeyen cefasının son safhası. Hakikaten Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana Aleviler Anadolu’nun en fazla acı çekmiş topluluklarından biri. Sünni çoğunluğun ağızdan ağıza dolandırdığı alçakça hikâyeler, köylerine dikilen koca koca camilerle nereye secde edecekleri devlet tarafından işaret edilen Aleviler için hayat ne zaman kolay oldu?

Halen kimliklerini gizlemek zorunda kalan, ibadetlerini diledikleri gibi, diledikleri yerde gerçekleştiremeyen, defalarca asimile edilmiş, katliamlar yaşamış Aleviler’e her gün 28 Şubat. Fakat takvimdeki o gün ve ertesi günler dolu, öncelik hep Sünniler’in. Dersim’de “1938’de baş gösteren isyana karışanlar devrin bölücü teröristleridir” diyen Bahçeli, CHP’yi rencide etmek için Erdoğan’ın dilediği yalandan, Dersim özürü, Sezgin Tanrıkulu’nun gönülden özürüne tepki gösteren CHPliler Alevilerin sıkıntılarını hafifletmiyor, hayatlarını kolaylaştırmıyor.

Gündelik hayatlarında iş, kadro, akademik unvan verilmeyen, sevdiği kadın ya da erkekle sevgili olamayan Aleviler her gün hangi tarihsel günü yaşasınlar, hangi gün üzerinden mağduriyet mitlerine sığınsınlar istersiniz? Gündemi fazla işgal etmemek adına her yıl Dersim ve Maraş Katliamları’nı toptan 31 Şubat’ta analım olsun bitsin. Hiçbir zamanın takviminde yer alması istenmeyen Aleviler, Sünni çoğunluk için kenarda sessizce durmaları istenen, kimliklerini gizlemeleri dikte edilmiş, İslamiyet’in doğurduğu adeta çirkin ördek yavruları. Oysa Alevilik İslamiyet’ten çok daha kadim bir yaşam biçimi ve din. Çözüm; bu iktidar ve muhalefetle ne derece mümkün derseniz, zor kere zor.