Bir tuhaf ülkede yaşamaya mecbur bırakıldık. Hangi soruna el atsanız tel tel dökülüyor.

Artık her şey “çalma” ve “talan” üzerine…

Hangi birini söylemeli?

Tecavüz yoluyla genç kızların, kadınların hayatı çalınıyor.

İş cinayetleri ile çalışanların, işçilerin hayatı çalınıyor.

Çalan çalana…

Anlamak mümkün değil.

Bakanlığın biri “Tarım arazilerini koruyalım” diye televizyonlara reklam veriyor, bir başka bakanlık ne kadar tarım arazisi, hatta mera varsa imara açmaya çalışıyor.

Başbakan, kadın cinayetleri üzerine “Kadınlar ayağa kalkın” diye seferberlik başlatıyor.

Ayağa kalkınca ne yapacaksın? Ya yürüyeceksin, ya da yorulunca bir yere oturacaksın.

Yürüyene de, oturana da cop, tazyikli su, biber gazı…

“Şiddete hayır” diyenlere şiddet uygulama…

Sonunda bu da oldu. Geçen hafta Ankara’da, yani ülkenin başkentinde koskoca bir fabrika çalındı.

Önceki gün ise ajanslara şu haber düştü:
“Manisa’da, Spil Dağı eteğinde, şehre hâkim konumda bulunan ve Saruhan Bey’in torunu İshak Çelebi tarafından 1366 yılında Mimar Emet Bin Osman’a yaptırılan Ulucami önünde, tarihi saat kulesi içerisindeki tarihi değeri olan saat çalındı.
Manisa Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Azmi Açıkdil hırsızlıkla ilgili yaptığı açıklamada, geçen dönemde tarihe saygı projesi kapsamında saat kulesindeki saatin tamiri konusunda çalışmalar yapıldığını belirterek, “Bütün mekanizmalarını özel olarak yaptırdığımız saat kimliği belirlenemeyen kişilerce çalındı” dedi.”

Bu olay Anton Çehov’un yaşadığı bir anekdotu getirdi aklıma.

Rus tiyatro yazarı ve modern kısa öykünün kurucularından Çehov, bir ara Petersburg’daki yaşamından sıkılır ve hekim olarak Sahalin adalarına gider.

O yıllarda Sahalin, Çarlık Rusyası’nda ne kadar ipsiz sapsız, hırsız, dolandırıcı, tecavüzcü varsa toplanma yeridir.

Suç işleyen kim varsa soluğu Sahalin’de almaktadır.

Çehov, Sahalin’de kaldığı sürece mahkûmlarla konuşur, notlar alır; bunları daha sonra kitap olarak yayımlayacaktır.

Tanıdığı bir mahkûm, kiliseyi soymuştur; yaşadıklarını şöyle anlatır Çehov’a:
“Evet, kiliseyi soydum. Yargıç, nedenini sorunca da şu yanıtı verdim:
-Ne yani, Tanrı’nın paraya mı ihtiyacı var!
İşte bu yüzden Sahalin’deyim.”

Peki, bizim hırsızlar ne yanıt verirdi böyle bir durumda?