‘Her yer Taksim. Her yer Direniş!’ sloganıyla vücut bulan “Gezi Direnişinin” 9. yılını demokrasi ve özgürlük aşkıyla bir kez daha kutladık.

Gezi şehitlerini saygıyla andık.

Taksim ve ülkenin her tarafında bu eylemlere katılan gençlere ve basın mensuplarına yine, orantısız güç kullanıldı.

Baskı ve şiddet uygulanması talimatını veren siyasilerden güç alan güvenlik güçleri, anayasal hakkını kullanmak isteyen insanlarımızı adeta sokak ortasında dövdüler.

***

9 yıl önce de moderniteye düşman iktidar, yaşam biçimlerine ve doğaya sahip çıkan gençlerin anayasal hakları olan eylem yapmalarına izin vermemişti.

Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini önlemek için çadır kuran gençlerin önce çadırlarını yakmış, sonrasında üzerlerine vahşice saldırarak, gaz bombalarıyla ölümlerine neden olunmuştu.

***

Aslında laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı savaş açan, aydınlanma devrimlerini yok etmeye çalışan siyasal İslamcılar, iktidarı ele geçirince güç zehirlenmesini yaşadılar.

Doğrudan insanların yediğine, içtiğine, giydiğine, düşüncelerine hatta kaç çocuk doğuracaklarına ve kadınların bu doğumu nasıl yapacaklarına varıncaya kadar karıştılar.

Eğitimi dine, düşünme biçimini de geçmişteki cahiliye dönemine taşıdılar.

Öyle ki vapurda, el ele oturan kız ve erkeği gözetlediklerini söylemekten geri durmadılar ve bu davranışı ahlaksızlık olarak itham ettiler.

Oysa buna halk dilinde “röntgencilik denir, suçtur ve ahlaka” aykırıdır.

***

Gezi’de AKP iktidarının baskı ve zulmüne dayanamayan yurttaşlar, genciyle yaşlısıyla çağdaş Cumhuriyetin ilkelerini yok etmeye çalışanlara karşı direnç gösterdiler.

“Gezi Direnişi” milyonların canları pahasına hak ve özgürlüklerine sahip çıktıkları, çağdaş bir ülkede, çevre bilinciyle mutlu ve refah içinde yaşam hedeflerinin gür sesle bağırıldığı dünyaya örnek olan bir başkaldırıydı.

Öyle bir başkaldırıştı ki, dönemin Başbakanı Erdoğan korkusundan Türkiye’yi terk etti! Fas’a gitti. Fransa’da bulunan Fas Kralı şaşırdı ve “Niye geldiniz?” diye sordu.

***

Gezi protestoları sonrasındaki AKP’nin dengesiz ruh halini iki nedene bağlayabiliriz.

1-Var olduğuna inanılan güç gerçek değilse, o güç oranında korku vardır.
2- Halkın taleplerini aşağılamak, dolayısıyla çözümsüz bırakmak üstelik baskıyla yapay bir yaşam biçimini kabul ettirmeye çalışmak, toplumu tepkilendirerek siyasal yönetime nefret ve kin duyulmasına neden olur.

Yani, daha fazla güç ve baskı kullanmak çözüm değil!

Önünde sonunda bu güç gösterisi, kendini öldüren akrebe dönüşür.

***

Örneğin, AKP Genel Başkanı’nın Gezi ile ilgili akla ziyan açıklaması.

Erdoğan, “Bu eşkıyalar, bu teröristler adeta camilerin içini pisletti. Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük» diye konuştu.

Bu sözlerle “Gençlere ahlaksız diyerek alenen hakaret etti.”

Camii imamının MİT’teki sorgusunda “böyle bir şey yaşanmadığını” söylemesine rağmen, bu yalanda ısrarın tek gerekçesi kaybetme korkusudur.

***

Kılıçdaroğlu’na “Koğuştaki boş bir ranzaya sende kapağı atarsın" tehdidini savuran Bahçeli’ye ne demeli!

Bu düşük üslup ve etik dışı sözler, “gücün korkuya, kuşkuya ve kaygıya dönüştüğünün” net ifadesidir.

Hala Gezi anlayışıyla kavga ediyorlar.

Asılsız ithamlarda bulunuyorlar.

Korkuları arş-ı alayı aşmış.

***

Cumhuriyet tarihinde görülmemiş yoksulluk yaşanıyor.

Ve millet aşağılanıyor.

En temel hakları, özgürlükleri ve adalet ellerinden alınıyor.

Toplumda dayanışma ve kucaklaşma dolayısıyla barış yok ediliyor.

“Yeter artık!” diyen halkın sözcülerine talimatla davalar açılıyor.

Muhalefet susturulmaya çalışılıyor.

Son günlere bakın.

Çubuk’ta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu linç etmeye çalışan inek hırsızlığından sabıkalı sanık Osman Sarıgün ve 65 suçlunun davası bitti.

Cezaları verildi. Ancak serbest bırakıldılar.

Bu karar, linç girişimin arkasındaki gücün kaybetme korkusunun daha da büyüdüğünü gösteriyor.

Adalet bilinçli olarak oluşturulmuyor.

CHP İstanbul Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nu Silivri’ye göndermek iktidara karşı olanlara gözdağı vermekten öte bir şey değil.

***

Kısaca iktidarı kaybetme korkusu yönetim erkinin kimyasını bozmuş.

Son çare seçmeni baskı, şiddet ve korkuyla sindirmeye çalışıyor.

Ancak bunu dahi beceremiyorlar.

Ego ve güç zehirlenmesi iktidara sürekli yanlış yaptırıyor.

Yargı sopasını sallayıp duruyorlar.

Talimatla dava açıyor, kimliğine bakarak hüküm veriyorlar.

Bu davranış, gün gelip aynı sopayı kullanmak isteyenlere örnek olması nedeniyle kendileri için de çok tehlikeli olacak.

***

Bilen insandan çekinmeyin. O bildiğini bilir.

Cahil insandan da çekinmeyin! O bilmediğini bilir.

Çekinilecek tek insan yarı cahildir. Çünkü o bilmediği bilmez.

Hele hele bu yarı cahiller, korku içinde yaşıyorlarsa insana, topluma ve tüm değerlere düşman olurlar. Gaddarlıkları bu düşmanlıklarındandır.

Neyse ki; Seçim yakın.

Tabii yapılırsa.