Bu yazının çıkış cümlesi gazetelerde birkaç hafta önce okuduğum: "Biber gazının tamamen doğal, bitkisel olduğunu ve insan sağlığı üzerinde kalıcı hiçbir etkisi olmadığı". Belki öyledir, pek öyle gözükmüyorsa da. Ancak bunun kanıtı ‘tamamen doğal/bitkisel’ olması mı? Doğal/bitkisel kavramının her derde deva bir şifa ve bir masumiyet simgesi anlamına kullanmaya bir son vermenin zamanı gelmedi mi? Bu mümkün mü?
Kürar adı verilen ‘tamamen doğal/bitkisel’ madde ile solunumu durdurabilirsiniz. Kürar, hani eski çizgi romanlarda ‘yerlilerin’ bir borudan üfleyerek fırlattıkları okun ucunun batırılmış olduğu madde. Peki, bu zarar durumu aynı maddeyi ve onun sentetik türünü ameliyatlarda kas gevşetici olarak kullanmamıza engel mi? Neden engel olsun ki? Bir maddenin ya da nesnenin zararlı olup olmamasını yapısal özelliklerinden çok hangi bağlamda ve hangi amaçla kullanıldığı da belirliyor.
Bu tartışmayı açtığım twitter’da (@yankiyazgancom) esrar ve eroin’i doğal ve bitkisel ürün örneği olarak verdiğimde epeyce bir homurtu çıktı. Esrarın ancak çok yüksek miktarlarda tüketilmesi öldürücü zarar vereceğini söyleyenler (aynı düşünce çizgisindeki kişiler tedavi amaçlı ilaç kullanımına ise ‘doğal’ olmadığı için karşı çıkabiliyorlar) ve eroinin doğal değil kimyasal olarak müdahale edilmiş bir madde olduğunu hatırlatanlar oldu. Eroinin doğal olup olmadığı benim gibiler için patlıcan kızartmasının (yağda kızartma bir kimyasal bir müdahale ise) doğal ürün olup olmadığının tartışılması gibi bir durum. Sözümün maksadı belli: doğallık veya bitkisellik bir maddeye otomatik bir masumiyet kazandırmıyor. Üstelik, doğallık ve bitkisellik her türlü zehir ve yabanıl hayatın tehlikesini de içeriyorsa, bu masumiyeti ‘tehlikesiz’ olarak görebilir miyiz?

Peki, bir ürün tehlikesiz olmalı mı? Olabilirse, tabii ki, evet. Tehlikeye ya da riske (tehlikenin gerçekleşmesi olasılığı) ne kadar açık olabiliriz? Kullanıcısına yarar sağlamayı amaçlıyorsak, o yararı sağlarken oluşabilecek risklerin (güçlü bir ilacın yan etkisi gibi) varlığını genellikle kabul ediyoruz. Ancak, kişinin hayatına eşsiz bir yarar getirmeyen bir maddeyle karşılaşması sözkonusuysa (keyif verici madde gibi) masumiyet beklentimizi daha yüksek olabilir. Yine de, keyif verici bir madde ile oluşabilecek zararları maddeyi kullanan kendi rızasıyla kabullendiğinden ötürü bu konuda birey kendi seçimi olan bir zararla karşı karşıya.
‘Doğal ve bitkisel biber gazı’ bir gösteriye katıldıkları hatta gösteri alanının kenarından geçtikleri için gazlananların kendi seçimi mi? Bu gazlamadan onlara bir yarar doğuyor mu? (ki gazın etkilerine maruz kalmalarının bir anlamı olsun).
Gösterilerde yer alanların bile bile böyle bir tercih (ya da göze alma) yaptıklarını söyleyenler de olacaktır. Gazın (doğal ve bitkisel özellikleri sebebiyle) masum olduğunu, aşırı yüksek dozda kullanılmadıkça öldürücü düzeye ulaşmayacağını da ekleyebilirler. Ancak, bir barışçı gösteriye katılmanın böyle bir madde ve getirdiği riskler ile karşılaşmayı ne kadar gerektirdiği, gazın masumiyetiyle açıklanabilir mi?
Doğal ve bitkisel masumiyet açıklaması o kadar yaygın kabul gören bir söz oyunu ki, iktidar ve muhalefetteki siyasi görüşü farklı bir çok kişinin hayata bakışlarındaki ortak zemini yakalıyor. Birçoğumuz  masumiyete düşkün ve onu yüceltici olduğumuz gibi, masumiyet ile doğallık arasındaki incelikli ilişkiden ciddi bir ikna alanı doğuyor.
Oysa masumiyet düşündüğümüz gibi ve düşündüğümüz kadar masum bir kavram değil. Bozulmamışlık, el değmemişlik ya da otantiklik bir amaç olduğunda, gerçekte hiç olmamış geçmişe ait bir masumiyet durumunun peşine düşmeyi doğuracaktır. Geçmişin eğer bozulmamışsa saf ve masum olduğuna inancımızı sorgulayalım. Hangi geçmiş? Gerçekten inandığımız kadar saf ve masum mu?
Masum çocukluk günleri hayali çocukların birbirlerine yaptıkları zalimlikleri görünce dağılıverecek kadar kırılgan. Doğallık ile eşleştirdiğimiz masumiyeti bir saflık ve bozulmamışlık durumu olarak algılarsak, o zaman saflık ve bozulmamışlığın idealleştirilmesinden korkmamız gerektiğini de hatırlayalım. Geçmişi bu idealleştirilmiş masumiyetin tek temsilcisi sayan muhafazakar görüşler geçmişi koruduklarını söylerken, geçmişin en kararlı takipçisi olmalarına hep şaşar dururuz.
Şaşacak bir şey yok. ‘Hangi geçmiş?’ sorusuna verdiğimiz yanıtlar farklı. Faşizan yanı ağır basan ‘muhafazakar’lar muhafaza etmeye çalıştığı masum geçmişi, gerçekte olmamış bir mitolojik geçmiş olarak tasarlarlar (Adam Phillips, ‘the authenticity issue’ (otantiklik meselesi) makalesinde Nazilerin Alman mitolojisinden yarattıkları ‘tarih’e gönderme yaparak bir saflık/saflaştırma projesi tasarladıklarını hatırlatır). Gerçek geçmiş ne saftır, ne masum; ne iyiliği ne de kötülüğü tek başına simgeler. Böylesi bir geçmiş gerçeği bütünüyle görme çabasını gerektirir. Zafer, iyilik, sevap ve görkem kadar, suç, yenilgi, kötülük ya da günah içeriyorsa, onu da geçmişin bir parçası olarak anlayabilmek ve kabullenmek yerine hayali bir masum geçmişi muhafaza etmeye çalışmak ‘tamamen doğal ve bitkisel’ bir yaklaşımdır. Oysa doğa, tıpkı geçmişimiz gibi, masum ya da zararlı veya iyi ya da kötü değil, basitçe gerçektir. Bu gerçeğin geçmişe dönük değil geleceğe dönük manipülasyon çabaları da insanın doğa ile mücadelesini oluşturur. Bu mücadele, bazen çekişme bazen uzlaşma ve bazen çatışmadır. Hayatta kalma amacı uğruna doğaya zarar vermeyi, doğaya hakim olmayı ve doğayı insanla bütünleştirmeyi, bu farklı eğilimlerin hepsini ve fazlasını içerir.
Ben de bir anlamda muhafazakarım (tamam, sosyalist filan olmadığımı biliyordunuz ama bu kadarını da beklemiyordunuz, ama, durun biraz daha bekleyin!). Söz ettiğim muhafazakarlık tarzıyla, örneğin doğal hayatı korurken, doğal hayatı saflaştırmaya ya da arıtmaya dönük bir korumacılığın karşısında, doğayı olduğu gibi kabul ederek kendi iç dinamiklerini muhafaza edici bir ‘duruş’ geliştirilebilir. Toplumsal geçmişi parçalara ayırıp içinden beğenmediğimiz bir kısmını yadsıyarak bugüne dönük türettiğimiz saflık mitolojilerini muhafaza eden bakışın tam karşısında, yüzleşmeci, geçmişin gerçeğini kabullenerek ve koruyarak ilerleyen bir muhafazakar bakışı daha yakın buluyorum. Belki bu muhafazakarlıkları yıkıcı ve koruyucu olarak adlandırabiliriz. Masumiyet abideleri üretmek için gerçeği yıkan muhafazakarlığın en seçkin örneği Nazilerin inşaat ve sonra da arıtma hamleleri ise, günümüzdeki mirasçıları arasında yok ederek dönüştüren inşaatçılık yer almalı. Burada sözü kentleri imar eden mesleklere bırakmalıyım herhalde.