Taner Cindoruk yeni kitabıyla okuyucularıyla buluştu. Cindoruk, “Onurlu, erdemli, cesur insanlar vicdanın ne olduğunu bilir. İnsanın esas kalemi yüreğidir. Yüreğini üç kuruşa satan şair de olamaz, insan da” diyor.

Taner Cindoruk: İnsansız şiirin bir ışığı olmaz

Kadir İNCESU

Varlık Yayınları tarafından yayımlanan ‘Çocuğa İnanmanın Sonu Yok’ (Dosya dalında, 2011 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü) ve ‘Ölüm De Yaşlanmadı Gitti’ (2016 - Chivi Yazıları Yayınevi) iki şiir kitabı bulunan Taner Cindoruk’un ‘Ağzı Kiraz Fırtınası Kız’ adlı seçme şiirleri Klaros Yayınları tarafından yayımlandı.

Çeşitli tiyatro oyunları ile dizi ve sinema filmlerinde de oynayan, dublaj yapan Cindoruk 2021’de Blu TV’de yayınlanan Yeşilçam dizisinde Yılmaz Güney’i canlandırdı...

Cindoruk, ‘Boşluk kadar kısa’ öyküsünü çocukluğundan itibaren anlatmaya devam ediyor, çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği Adana’dan izler taşıyan dizeleriyle…


Yaşamın kendisindeki anlamına çok da dokunmadan, olduğu gibi aktarıyor.

“Bir şair unutmasın hiçbir şeyi” diyen Cindoruk, “Zamana öğüt ver”me mücadelesini sürdürüyor şiirlerinde, herkesin duymasını umarak…

Edebiyatın her an konuşulduğu bir evde geçen bir çocukluk ve gençlik dönemi… Ancak ilk yazma denemeleri İstanbul günlerinde başlıyor… Yazmanın anlamını ilk kez ne zaman kavradınız?
Yazmanın anlamını kavramak ile büyümenin anlamını kavramak birbirine çok yakın. Hani diyor ya; ‘O, kalemle yazmayı öğretendir’. Lâkin kalemle doğruları yazabilmektir asıl mesele. Yirmili yaşlarımda edebiyat dergilerinde imzamı görmeye başlayınca, bu duyguyu kavradım. Yazmayı kimseden öğrenmezsiniz. Yazmanın kendi kendine öğrenilecek yanları inanın kuş sürülerinden daha fazla. Sadece insanları tanımazsınız bu dünyada, kendinizi de tanırsınız. Bu yüzden şiir var. Edebiyatın atardamarı şiirdir. Bütün büyük buluşların, çıkışların, deyişlerin yatağında şiiri görürsünüz. Ben bir şiiri yazmadan önce ilk onu kafamda görürüm. Şair yaşamdaki bir ânı zihninde dondurup biçimlendirme uğraşına girer. Bu uğraşı dert edinmeyi esas aldığı an, kavrayış temelinde işe başlamış demektir. İnsanın zamandaki gölgesidir şiir.

Kendi içinizde yarattığınız şiir dünyası ile gerçekteki dünya nasıl etkiledi şiirinizi?
Gerçekteki dünyanın karmaşık yapısı, içimdeki şiir dünyasını oluşturmama neden oldu. Aslında fitili ateşleyen yaşanmışlık. Ama asla karamsarlık değil. Yazın hayatıma özgü patikaları belirleme noktasında okumanın anlamı pusula işlevi gördü bende.

Şiirinizi ne zaman sorgulamaya başladınız?
Otuzlu yaşlardan sonra evrensel olarak nitelediğimiz şairlerle birlikte, güncel, genç kalemleri daha bir özümseyerek okuma sürecine giriştim. Hayatı tanımadan şiir yazılmaz gerçeğini cebimde tuttum hep... Şiir güzel sesli insanlara benzer. Güzel söz ise, suya... Aşkı yaşanılır kılan gayretin kanatlarına bakmak lazım. Şiir de orada zaten. Ömür malum, her gün bir sayfasını çevirdiğimiz kitap gibidir. Zamanda bir kelebek, bir yaprağın bile hüneri büyüktür. Şiir bir denize benzer. Özgürlüğe. Bazen duru bazen de dalgalı. Deniz gökyüzüyle güzeldir. Her şiir bir insanla tanışmak gibidir. Mevsimler renkleriyle, insanlar karakterleriyle anlaşılır. İnsanın insana tutunduğu dünyada şiirin bir kelebek kadar hatırı yok mudur. İnsandan kopuk bir edebiyatın meyvesi olmaz görüşündeyim. Toprağa saçılan tohum, dünyaya yazılan bir şiir demektir. Ben şiirin gücünü yaşadıkça kavradım.

“Duymak alevden inilti şair kapılarında” diyen Taner Cindoruk için bir yerlerde var dediği ‘umut’ arayışı mı bu şiirlerin kaynağı?
Evet ilk kitaptaki şiirler, umuda, aşka ve heyecana dair duyguları bünyesinde barındıran bölümlerden oluştu. İnsan geçmişi özler, yarından da umutludur. Her şeyin bir umudu var çünkü. Nehirlerin umudu denizlere dökülmek. İşçi bir insanın umudu akşam evine ekmek götürmek. Çocuğun umudu karneyi alıp yaz gününe başlamak. Yeryüzünün umudu da yağmurun yağması... Bir şiirimde ‘Ay, yeryüzünün vicdanı’ demiştim. Soyut gelebilir. Vicdan ışık saçar... Vicdanlı insanı gözündeki parıltıdan anlarsınız. Şiir, soyut gibi duran bir şeyi, bir anda somutlaştırma gücüne sahiptir.
Şair ve dünyası belli koşullarda değişse de duygular esastır. Sevinç yine sevinç, öfke yine öfkedir. Umut yine umuttur. Aşk yine aşk... Şairin karakteri şiirinden bağımsız düşünülemez. Neye nasıl baktığı, tavrını tarzını oluşturur. Umudu kaybetmemeli, arayışı daima sürdürmeli. Dünya güzel, özgür olmalı. Ne de olsa güven, muhteşem bir duygu... Bu yüzden der ki kitap; ‘bazı bir tebessüm bile yardım sayılır’

“Canımız yanmış susuyoruz bir şemsiyenin altında” dizeniz sesinizi duyurmak istedikleriniz için bir tespit mi, yoksa serzeniş mi?
‘Sokakta polisler cop oynuyor’ diye biten bir şiirdi o, hatırladım... ‘Çocuğa inanmanın sonu yok’ adlı ilk şiir kitabımda yer bulmuştu. Serzeniş saptama gibi haller daha çok düzyazıya özgü metinlerin hatlarını oluşturur... Oradaki şemsiye hayattır. Hayat da bir şemsiye gibi açılıp kapanandır. Can yanmasının suskunluğundan uzak, zulmün ve acının olmadığı bir dünyanın özlemini kurdum hep. Ne demişti Kemal Varol; ‘acı geçiyor, acı elbette geçiyor, ama acı çekmiş olmak geçmiyor’... Bununla beraber, toplum bireylerden oluştuğuna göre, toplumcu hareketi kavrayış olayı bireysel olgunluğa ulaşmakla mümkün. Sözümüzü esirgemeden korkusuzca söyleyebilmeliyiz. Derin düşünmenin kaynağında doğallık, samimiyet ve farkındalık yatar... İnsansız şiirin ışığı olmaz. Onurlu, erdemli, cesur insanlar vicdanın ne olduğunu bilir. İnsanın esas kalemi yüreğidir. Yüreğini üç kuruşa satan şair de olamaz, insan da...