Prof. Dr. Taner Timur, 'önümüzdeki dönemde özgürlük savaşının yoğunlaşacağını' belirterek, "'Yöneticilerin artık halkı eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemeyeceği' bir dönem başlıyor" dedi

Taner Timur: Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemeyeceği bir dönem başlıyor

Prof. Dr. Taner Timur, dünyayı etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Covid-19) ile ilgili Cumhuriyet gazetesinden Hilal Köse'nin sorularını yanıtladı.

"Önümüzdeki dönemde özgürlük savaşı kesinlikle yoğunlaşacak" diyen Timur, Lenin'den alıntılayarak, "'Yöneticilerin artık halkı eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemeyeceği' bir dönem başlıyor" ifadelerini kullandı.

Ülkenin hayati bir tehditle karşı karşıya olduğunu belirten Timur, "AKP iktidarı, şu ana kadar ortaya koyduğu icraatla, bu işin üstesinden gelemeyeceğini ortaya koymuştur. İşin kötüsü, iktidarın, özeleştiri yapma ve muhalefete çağrıda bulunma yerine, günah keçileri arama ve baskıcı yöntemleri artırma olasılığı da daha fazla görünüyor" ifadelerini kullandı.

Timur'un açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

>> Sosyalizm ya da genel olarak sol hatırlandı diyebilir miyiz? Ve sosyalizm -sol politakalar- bugünün dünyasına ne söylüyor sizce?

Şurası kesin, salgın ve ona karşı alınan önlemler her ülkede devleti ve devletçiliği güçlendiriyor; bu günlerde “Big State” (Büyük Devlet) kavramı yine moda oldu. Ne var ki “devletin büyümesi” her zaman olumlu bir gelişme teşkil etmiyor. Üstelik bu yeni bir gelişme de değil. Shoshanna Zuboff, geçen yıl yayınlanan ve çok yankı uyandıran eserinde (“Gözetleme Kapitalizmi”) çağdaş bilişim teknolojisinin insan davranışlarını nasıl kapitalist çıkarlara uyumlu hale getirdiğini, insanları nasıl robotlaştırdığını anlatıyor. Zuboff’un hiç gönderme yapmadığı M. Foucault da, 45 yıl önce, “Hapishanenin Doğuşu” adlı yapıtında bu eğilimi kapitalizmin daha başından itibaren taşıdığını göstermişti. 20.yüzyılda da büyük kapitalizm krizi, sosyalizmi değil, Nazizmi iktidara getirdi.

"BUGÜNLERDE ÇOK SAYIDA DR: RİEU'YE İHTİYACIMIZ VAR"

Neyse ki madalyonun bir de öbür -ve umut verici- tarafı var! Korona’nın yarattığı kriz kapitalizmin iç dinamiklerinden kaynaklanmadı. Onu sisteme tamamen yabancı bir unsur (Covid-19) tetikledi. Devletler de, kriz korkularının zaten artmış olduğu bir dönemde, yoksulların imdadına koşmak zorunda kaldılar. Böylece bir bakıma dönüşü de hayli zor olan bir yola girildi. İsteseler de istemeseler de artık yoksul sınıfları hesaba katmak zorunda kalacaklar. Nitekim sağcı iktidarlar, telaş içinde, şimdiye kadar uzak durdukları işçi sendikalarıyla temaslara başladılar bile.. Üstelik iş burada da kalmayacak! Önümüzdeki dönemde özgürlük savaşı kesinlikle yoğunlaşacak. Bu vesileyle Albert Camus’nün “Veba” romanını anımsıyorum. Fransız yazar 1947’de yayınlanan romanının ana tezini, 1941’de, Fransa Nazi işgali altındayken tasarlamıştı. Geçmişte Oran şehrini kırıp geçiren veba hastalığını, Nazizme benzetiyordu. Salgınla, hayatı bahasına, kahramanca savaşan Dr. Rieu ise gerçek bir özgürlük savaşçısını simgeliyordu. Bugünlerde de çok sayıda Dr. Rieu’ye ihtiyacımız var! Yöneticilerin artık halkı eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemeyeceği” (Lenin) bir dönem başlıyor!

>> Türkiye özelinde önümüzdeki günler neler getirir?

Pandemik bir salgınla etkili bir şekilde savaşmak için bir ülkede önce mevcut durumun saptanması gerekir. Alınacak önlemlerin şekli de yapılacak test sayısına bağlıdır. Cenevre toplantısında (17 Mart) Dünya Sağlık Örgütü Başkanı “tüm devletlere basit bir mesajım var“ diyordu: “test, test, test!“. Nitekim en çok test yapan ülkelerden Güney Kore, bu savaşta en başarılı olan ülkelerden biri oldu. 19 Mart’ta ABD’de henüz 60 bin kişi üzerinde test yapılmışken, nüfusu ABD’nin altıda biri olan Güney Kore’de 290 bin kişiye test uygulanmıştı. AB ülkelerinde de Almanya bu konuda örnek teşkil etti. Alman Tabipler Federasyonu’nun verdiği bilgiye göre, Mart’ın ilk haftasında, ülkede henüz tek bir vaka bile yokken, 35 bin, izleyen haftada 100 bin kişi test edildi. Bu da yeterli bulunmadı ve testlerin haftada 160 bine çıkarılacağı, sonra daha da artırılacağı ilan edildi!

"TÜRKİYE CİDDİ ÖNLEMLER KONUSUNDA GEÇ VE PLANSIZ HAREKET ETTİ"

Türkiye’ye gelince, ülkemiz maalesef ciddi önlemler konusunda çok geç ve plansız hareket etti. 10 Mart’ta ilk vakanın tespitinden sonra, Sağlık Bakanı’nın yaptığı kapsamlı açıklamalar bu hazırlıksız durumu çok iyi sergiliyor. Şunları söylüyordu Bakan: “Biz, başta kimlere test yapılabilir konuştuk. Öncelikle Çin geçmişi olan kişilere dendi. Dinamik yapı olduğu için sürekli değişti. İran'da görülünce İran geçmişi olanlar diye değiştirildi. İtalya'da görülünce, İtalya, Avrupa olan kişiler dendi. Birçok ülkede görülünce, yurt dışı öyküsü olanlar dendi. Artık ülkeye girmiş olduğunu gördükten sonra semptom olan herkese!”. (23 Mart). Görüldüğü gibi “dinamik yapı!?” adı altında şaşkın, akıntıya kapılmış bir uygulama ile karşı karşıyayız! Kaldı ki rakamlar da ortada. Hasta sayısının her gün ikiye katlandığı bir ortamda, Bakan, “ortaya koyduğumuz dayanışmanın dünyada neredeyse örneği olmadığını” söylüyor.

"İKTİDARIN BASKICI YÖNTEMLERİ ARTIRMA OLASILIĞI DAHA FAZLA GÖRÜNÜYOR"

Cumhurbaşkanı da, 18 Mart’ta açıkladığı önlem paketinde, farklı bir dil kullanmadı. “Türkiye bu sürece olabilecek en hazırlıklı şekilde yakalanmıştır” diyor, fakat bunu kanıtlayıcı deliller sunmuyordu. Salgının Aralık 2019’da başlamasına rağmen, Şubat’a kadar tarama ve uyarılarla yetinilmiş, Çin ve Uzakdoğu hava seferleri bile ancak 3 Şubat’ta (İran’a 23 Şubat’ta!) durdurulmuştur. 2 Mart’ta umreden dönenler karantinaya alınmamış, sadece bir süre evlerinde kalmaları “tavsiye edilmiştir”. Erdoğan’a göre paniğe kapılacak bir durum yoktu; salgın kısa sürede önlenecek ve “21. asır Türkiye’nin asrı” olacaktı! İzleyen günlerde daha ihtiyatlı bir dil kullanılsa da, ülkenin Covid-19 karşısında ne kadar hazırlıksız olduğu ortaya çıkmıştı. Bu konuda daha önce söylediklerimi yinelemeyeceğim. Son olarak şunu söylemek isterim. Ülke hayati bir tehditle karşı karşıya ve AKP iktidarı, şu ana kadar ortaya koyduğu icraatla, bu işin üstesinden gelemeyeceğini ortaya koymuştur. İşin kötüsü, iktidarın, özeleştiri yapma ve muhalefete çağrıda bulunma yerine, günah keçileri arama ve baskıcı yöntemleri artırma olasılığı da daha fazla görünüyor. Meclis’e sunulan infaz düzenlemesinde “terörist” damgası vurulmuş bir sürü aydın, kasten adam öldürenler ve uyuşturucu baronlarıyla aynı kefeye konuldu. Bu arada, hiçbir şey olmamış gibi, Kanal-İstanbul ihaleleri de başladı. “Ulusal dayanışma” çağrıları ise “Biz ne yaparsak destekleyin!” dayatmasından başka bir anlam taşımıyor! Bu durum da, feci salgınla savaşın, kaçınılmaz şekilde özgürlük savaşıyla birlikte yürütülmesi gereğini ortaya koyuyor.

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın