Tarihin kalıntıları karşısında hatırlamaktan daha fazlası gereklidir. O da 'anlamak'tır, ve 'sorgulayıcı yaklaşımdır'. Susan Sontag "Anlamak hatırlamaktan daha...

Tarihin kalıntıları karşısında hatırlamaktan daha fazlası gereklidir. O da 'anlamak'tır, ve 'sorgulayıcı yaklaşımdır'. Susan Sontag "Anlamak hatırlamaktan daha önemlidir, her ne kadar anlamak için hatırlamak gerekse de" dediği gibi. Tarihin tanıkları biz insanlar. Anlatıcıları ise insanteki.


Biliyoruz ki sözlü tarihin akademik tarihçilerin nezdinde önemli bir yeri var, hatta diyebiliriz ki son 20-30 yıldır sözlü tanıklıklar meşru kaynaklar olarak görülüyor. Yüreğinde baskı yapan yükten her şekilde kurtulmaya ihtiyacı olan kişiye uygun düşecek tarih "yargılayan ve mahkûm eden " eleştirel tarihtir.


Tanıklıklardan söz ediyorum. Birçok ülkede tanıklıklar devlet terörünün mahkum edilmesine olanak verdi. Arjantin'de ve birçok Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi. Hukuki bir araç olarak ve geçmişi resmi tarihten kurtarabilmek için, diğer birçok kaynak sorumlularca yok edildiği zaman, anı tutanakları önemli roller üstlendi. Birçok insan "bugünün hatırlama süreçleri araştırılırken istenmeyen unutmalar gerçekleşebilir" diyecektir. Günümüzde bireysel anlatıların ve kişisel görüşlerin 'bugün'ün damgasını taşıması kaçınılmaz görünüyor. Çünkü söylemin üzerinde şimdiki zamanın hegemonyası var. Bir başka deyişle söylem kipinde 'bugün' geçmişi yönetiyor olsa da bunu aşacak önemli güçlerden biri de 'tanıklıkların çokluğu'. 'Tanıklıkların çokluğu' şimdiki zamanın hegemonyasına  ve bugünün geçmişi yönetmesine karşı güçlü bir panzehirdir. Söze dökülenleri arşivlemek unutulmaktan kurtarır ve onu iletebilir hale getirir, dolayısıyla herkesin yapar.


Bu girişten sonra bir fotoğraf kitabından söz edeceğim. "Surdibi Düşleri". Daha önceki yazılarımda bu çalışmanın hazırlıklarından, sergi aşamasından, kimlerin emek verdiğinden ve fotoğrafçılarından bahsetmiştim. Sergi fotoğrafları hakkında düşüncelerimi aktaramamıştım. Kitabın yayınlanması eksik kalan yazımın tamamlamama vesile oldu. Surdibi Düşleri adlı fotoğraf projesine ben fotoğraflarımla değil daha çok sözlü tarih çalışmasıyla katılmıştım. Kayıp yakınları, tutuklu aileleri, barış anneleriyle yaptığımız röportajların çok azı yazı olarak kitaba aktarıldı. Göç konusuna değinen fotoğrafçı arkadaşlarımın yazıları ve tanıklıkları da kitabın önemsediğim bölümlerinden. Diyarbakır'da yaşayan ve yaşamış aydın ve yazarların yazıları da okumaya değer. Baskı ve cilt kalitesi ise mükemmel. Sözü doğru olan, siyasal görüşünü sakınmayan bir kitap. Kitaptaki fotoğraflara gelince; içeriğini yansıtabilen fotoğraflar olduğu kadar, kurmacası çok belli -ki belgesel fotoğraf için doğru bulmadığımı söylemeliyim- fotoğraflarda var. Kurmacadan kastım fotoğrafın gösterdiği anın yaşanmaması değil, görünenin kurgu olması meselesi de değil, elbette orada o insanlar vardı ve yaşadıkları mekandaydılar. Söylemek istediğim birçok görüntüde insanlara duracakları yerler söylenmiş de çekilmiş hissi yaratan fotoğrafları kastediyorum, o kadar.
Bu tip çalışmalarda yazımın girişinde bahsettiğim 'tanıklıkların çokluğu'nu önemsiyorum. Gelecekte bir gün geçmişin yargılanmasını istiyorsak; şimdiki zamanın hegemonyasına ve bugünün geçmişi yönetmesine karşı 'tanıklıkların çokluğu' panzehirini kullanmak gerek.