Aslına bakarsanIz futbol pek mistik bir oyun değildir. Gelgelelim her şey gözümüzün önünde cereyan etse de zaman zaman bir nedene bağlayamadığımız şeyler olur. Belki de tam bu nedenle bazı şeyleri ‘futbol tanrısı’na bağlarız. Ya yanımızdadır o tanrılar ya da bugün futbol tanrıları istememiştir yenmemizi.

Futbola tanrı kavramını sokan ilk kişidir belki Maradona. Futbolla çok ilgilenmeyen birine bile ‘Tanrı’nın eli’ desek fikir sahibidir eminim zira Meksika’nın ev sahipliğindeki 1986 Dünya Kupası çeyrek finalinde İngiltere’ye karşı elle attığı gol için kullandığı bu tabir futbol lugâtımıza çıkmamacasına girdi. Topu ağlara gönderenin kendi değil tanrının eli olduğunu söyleyen Arjantinli ancak yıllar sonra tanrının olayla bir alakası olmadığını itiraf ederek; “Bazen, ilk attığım, elimle attığım gol daha çok hoşuma gidiyor. Şimdi söyleyebilirim artık, o dönemde golü ‘tanrının eli’ diye açıklamıştım fakat Diego’nun eliydi ve adeta İngilizler’in arka ceplerinden cüzdanlarını yürütüyordu. Aynı İngilizlerin yüzyıllar boyunca dünyanın arka cebinden yürüttüğü gibi. Kimse farkına varmadı. Kendimi bütün gücümle fırlattım. Bu kadar yükseğe nasıl zıpladım, bilmiyorum. Sol yumruğumu ve kafamı geriye attım, kaleci Peter Shilton anlamadı ve arkadan gelen Fenwick itiraz eden ilk kişi oldu. Bir şey gördüğünden değil, zıplayarak kaleciyi nasıl aştığımı anlayamadığından. Yan hakemin orta yuvarlağa gittiğini görünce, babamın bulunduğu tribüne koştum, bağırdım. Sol yumruğumu golü kutlamak içinmiş gibi yukarda tutuyor, bir yandan da hakemlerin nerede olduğuna, bir şeyden şüphelenip şüphelenmediklerine bakıyordum.” diyecekti. Tanrının eli sadece bir tabir değil Maradona’nın biyografisinin de ismi olacaktı. Yıllar sonra Maradona’nın bir reklamda tanrı rolünü oynaması da elbet tesadüf değildi.

‘Tanrılaşma’ söz konusuysa kendinden mütemadiyen üçüncü tekil şahıs olarak bahseden Zlatan Ibrahimovic’i anmadan geçmek olmaz. Portekiz-İsveç maçı öncesi “Elemeleri kim geçecek?” sorusuna kendisinden beklenmeyecek naiflikte “Tanrı bilir.” cevabını vermiş; “Tanrı’ya bunu sormak biraz zor olur.” denmesi üzerine “Şu an kendisiyle konuşuyorsun” diyerek bizi yanıltmamıştır.

Tanrıların hep iyi şeyler yaptığı düşünülmesin. Efsane kaleci Taffarel 37 yaşında hâlâ fileyi beklerken otobanda arabasının bozulmasını tanrının gönderdiği bir işaret olarak algılayıp futbolu bıraktı. “Tanrı bırakmamı istedi ve bana işaret yolladı. Arabam yeniydi ve bozulması için bir neden yoktu” dedi.

İşin mistik ve çoklu tanrı tarafına gelirsek bir de büyü yapan tanrılar var. Kısa zaman önce Fenerbahçeli futbolcu Emenike’nin memleketi Nijerya’ya büyü bozdurmak için gittiği söylenmiş fakat oyuncu bu iddiaları reddetmişti. Fakat Afrika kıtasında futbol ve büyü aleni olarak yan yana gelen kavramlar. Özelllikle Afrika Kupası döneminde ülkelerin sadece futbolcuların değil büyücülerinin gücüyle de rakip olduğu apaçık. Tüm büyücüleri kiralayan spor bakanlarından tutun da parası ödenmediği için kendi takımına ters büyü yapan büyücülere kadar her yol var. Tabii büyünün kıta dışına çıkmasını da yaşamadık değil. 2003 yılında Beckham’ın ayak parmağının durduk yere kırılmasının altından da çıkan sebep büyü ve tanrılardı.

Ülkemizde şanssızlık veya şansı tanımlamak için ‘futbol tanrıları’ kullanılsa da maç sonu demeçleri genellikle rasyoneller üzerinden yapılırdı. Geçen hafta Osmanlıspor teknik direktörü Mustafa Reşit Akçay takımının yenilmezlik serisi hakkında konuşurken başarılarının sırrı olarak konsantrasyon, taktik disiplin ve rakiplerin kendilerini tanımadığından ciddiye almamaları olarak gösterip diğer taraftan “Allah’ın lütfu da olacak.” dedi. Ne tanrının elini, ne Allah’ın lütfunun oyun üzerinde ne kadar etkili olduğunu bilmiyorum. Fakat “Olduğu kadar olmadığı kader” lafının pek popüler olduğu memlekette futbol başarısını Allah’ın lütfuna bağlamak başarısız olunduğunda kadere bağlamanın önsözü mü acaba?