14 yıl önce, üniversitenin KOSGEB kuruluşunun desteklediği işletmelerle ilgili bir film hazırlarken, morg dolapları yapan bir firmaya gitmiştik. Morglarda ölü bedenlerin uygun koşullarda saklanmasını sağlayan bu dolapların çekimini yaparken ne kadar şaşırıp zorlandığımızı hatırlıyorum. Beni ve ekibi (görüntü yönetmenim Andaç Şahan’ın kulakları çınlasın) sessiz bir dehşete sürükleyen şey, bir gün bizim de içinde yatacağımız dolapları üreten kişinin ölüm olgusuna dair ‘yabancılaşmış’ tavırlarıydı: Adam buzdolabı reklamlarına çok benzer bir şekilde ballandıra ballandıra dolabın özelliklerini anlatıyor, kapakları açıp ceset çekmecelerini dışarı çekiyor, ürünüyle gurur duyduğunu gösterecek biçimde gülümseyerek dolabın yanında poz veriyordu.

O günden bu yana geçen 14 yılda AKP iktidarı ülkeyi öyle ölümcül bir karanlığa sürükledi ki artık terör saldırısı, darbe, suikast, canlı bomba, ‘şehit’ kavramlarının fazlasıyla içselleştirildiği bir atmosferde, sanki hepimiz devasa morg dolaplarında yaşıyor, yiyeceklerimizi morg dolaplarında, bu ülkenin ölülerinin yanında saklıyoruz...
Bu ölümcül karanlıkta ‘şehit’ kavramının yeri bir başka tabii. Son yıllarda özellikle canlı bombaların hazırlanmasıyla ilgili olarak sıkça dile getirilişine bakılırsa, şehadet kavramı İslamcı/cihatçı erkek zihninde ‘72 bakire huri ile seks yapmak’ anlamına geliyor. Ertesi gün kalabalığın ortasında üzerindeki bombayı patlatıp kafirleri öldürerek şehit olacağına inandırılan cihatçı, aynı günün akşamı ahiret aleminde 72 kızla grup seks yapacağını düşünüyor -PKK/TAK bombacıları da aynı şeye mi inanıyor acaba?: “Hüsam 72 huri için canlı bomba oldu” (Vatan, 25.03.2004); “Duruşmada El Kaide'nin Suriye kolu El Nusra'ya katılması konusunda açıklamalarda bulunan sanık Ufuk C., amacının şehit olmak ve 72 bakire huriye kavuşmak olduğunu söyledi.” (Milliyet, 09.04.2015); “Kuşatmanın tamamlanması ardından önemli bir şok yaşayan teröristler orduya yeni bir saldırı başlatmak için ‘72 huri isteyenler nerede?’ başlıklı bir çağrıda bulundular.” (rasthaber.org, 01.08.2016)
Bu şehadet meselesi cihatçılar için aşırı derecede güçlü ve işlevsel bir araç; 11 Eylül saldırılarını yapan Muhammed Atta’nın saldırıdan bir önceki gece striptiz kulübüne gittiğine, içki içip kucak dansı yaptırdığına dair tanık ifadeleri olduğunu duymuşsunuzdur. “O kadar radikal bir Müslüman öyle şey yapar mı?!” diyenlere aldırmayın, Allah yolunda şehit olanın tüm günahları sıfırlanıyor!

Kendi ölülerimizin yamyamları gibiyiz, Morgcubaşı Uzun Reyiz de gülerek poz veriyor...

Böyle bir düşünceyi kabul edip ölmeye/öldürmeye gidecek kişinin ne kadar hastalıklı bir zihinsel yapıya sahip olduğu gerçeği bir yana, bunun İslam inancıyla ters düşen bir tarafı da var: İslam’a göre öldükten sonra öyle hemen cennete gitmiyor, kıyamete kadar bekliyorsunuz; şehit de olsanız böyle… Konuyla ilgili olarak Sünen-i Tirmizi’de geçen şu ‘hasen sahih’ (doğrunun da doğrusu) hadise bakılabilir: “Şehîdin, Allah katında altı özelliği vardır; şehîd olur olmaz günahları affedilir, Cennet’teki gidip kavuşacağı yer kendisine gösterilir. Kabir azabından korunur, kıyametteki en büyük korkudan güven içindedir. Başına vakar tâc’ı giydirilir, o taç üzerindeki tek bir yakut taşı dünyadan ve içindekilerden daha değerli ve kıymetlidir. Cennet’teki iri gözlü yetmiş iki huri ile evlendirilir. Akrabalarından yetmiş kişiye şefaat edebilmesine izin verilir.” (Çev: Abdullah Parlıyan, 2004) Yani ‘kucak dansı günahı’ silinen bir şehit bile olsanız kıyamet gününe kadar mezarınızda ölü ölü beklemek zorundasınız, huri-muri yok! Ama şeyhler kafası zaten bulanık insanları ‘kutsal orji’ ödülüyle kandırmaya devam ediyor...

Bu ‘şehadet’ meselesi öyle hastalıklı bir hale geldi ki bir yanda Cübbeli Ahmet gibileri “IŞİD tarafından öldürülenler daha üstün şehittir” gibi laflarla Türkiye’nin aklı karışık gençlerini kandırıyor, diğer yanda IŞİD’ciler ‘kafir ordusu’yla savaştıklarına, bir TSK silahıyla öldükleri günün akşamı 72 bakireyle seks yapacaklarına inanıyor.
14 yıl ne ki; Suriye iç savaşının müdahili, IŞİD/El Nusra vs. destekçisi AKP iktidarı sayesinde sadece üç yılda ölüm bu ülke yurttaşının yaşam sebebi oldu. Ölümle hastalıklı ilişkimiz “Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik!”, “Pazara kadar değil mezara kadar!”, “Ya benimsin ya toprağın!” gibi sloganlar üzerinden tartışılabilecek kültürel bir hadise olmanın ötesine çoktan geçti; artık hepimiz devasa morg dolaplarında yaşıyoruz. Kendi ölülerimizin yamyamları gibiyiz, Morgcubaşı Uzun Reyiz de gülerek poz veriyor...