Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Ligin bitmesine ne kaldı? Üç büyüklerin arasındaki birer ikişer puan farkı heyecanı son haftaya kadar taşıyacağa benziyor. Bu da demektir ki milyonlarca taraftar hâlâ şampiyonlukta söz sahibi. Bilmeyene anlatmak zor. Düşünün ligin ikinci yarısı başlamış hatta maçların çoğu oynanmış ve takımınızın şampiyon olabilmesi yüksek matematiğin eline kalmış. Bırakın ezeli rakiplerin yenilmesini, Almaların yenilmesini bekler olmuşsunuz. O vakit ne zaman şampiyonluktan bahis açılsa boynunuz bükük, dilinizde sitem, içinizde küfür! Rakipler konuşur siz dinlersiniz, onlar hesap yapar siz bakarsınız, onlar övünür siz buruk bir tebessümle yetinirsiniz. Allahtan bu yıl şampiyonluk hâlâ ortada da herkes konuşuyor. Taraftarı, teknik direktörü, futbolcusu, yöneticisi, yorumcusu...

Zamanında Platini demiş ki “Bir futbol takımı bir varoluş şeklini, bir kültürü temsil eder.” Bu açıdan bakarsak milletçe kültüre boğulmuş sayılabiliriz. Hangi takımlısın dendiğinde bizi şaşırtacak insan az. Hepimiz taraftarız, fikir sahibiyiz, kulüp yönetecek kadar idarecilik, takım yönetecek kadar teknik direktörlük, sahaya çıkıp oynayacak kadar futbolculuk biliyoruz çok şükür.  Hepimiz taraftarız ama en fanatiğinden. Kanı kırmızı akan yok şu memlekette, kimi kessen takımına göre kan rengi. En fanatik biziz. Alayına, gerekirse ölümüne gideriz. Hepimiz fanatiğiz ama “tarafsız fanatikler.” Tartışırken hep tarafsız olduğumuzu; gördüğümüzü söylediğimizi iddia ederiz. Hiç olmadı köşeye sıkışırsak o muhteşem hafızamızla geçmişe gider, fi tarihindeki maçlardan örnek veririz. O da yetmezse cebimizde mutlaka belden aşağı vuracağımız bir konumuz vardır, onu çıkartırız.

Televizyondaki maç programlarını ve yorumcularını izleriz. Neden? Pazartesi günü ofiste takımımızı koruyabilmek için.  Köşe yazarlarını okuruz ki gelen her atağa bir defansımız olsun. Rakip yazarları da yerden yere vurmak için okuruz. Futbol yazarlığı “takım yazarlığı”na döştüğünden beri işimiz kolaydır. Kimi övüp kime söveceğimizi biliriz. Takımlarla ilgili istatistiklere de bakarız ama ligi daha iyi anlamaktan ziyade yaptığımız kupona faydası olsun diye. Hakemleri de mercek altına alırız ki nasıl baskı kuracağımızı bilelim. Sert mi oynatır, kolay mı kart verir, sinirli midir... Rakip futbolculara da ilgimiz hep bundandır. Aleyhte tezahürat etmemiz gerekirse bilmek gerekir evli midir, annesi hayatta mı, babası ne iş yapar... Ama iş futbol konuşmaya gelince “vallahi tarafsız konuşuyorum”cuyuzdur.

Bir sürü düzgün insan futbol adına kitaplar yazıyor, dergiler çıkarıyor, bloglar yazıyor, değerli kitapları dilimize çeviriyor. Tribünde kaç kişinin bunlardan haberi oluyor emin değilim. Basket maçında yanımdaki tribüncü abinin  “Bu hakemler hep aynı. Bak onlara iki atış verdi bize bir!” demesi umudumu biraz kırsa da tamamen bitirmiyor. Okuyan, anlayan, medeni insanlar oldukça umut da var. Son olarak bir grup güzel insan düşünen spor dergisi Socrates’i çıkardı. Futbol dışındaki sporların fasulyeden sayıldığı bir memlekette cesur hareket. İlk sayının çabucak tükenmesi de sevindirici. Ben derim ki futbolla ve diğer sporlarla ilgili her şeyi okuyun, okutturun. Bakın geçmişte sevdiğimiz nice futbol dergileri kısacık yaşayıp elimizde arşiv olarak kaldılar. Futbol sevgimiz onları ayakta tutmaya yetmedi. Çünkü bizler takımseveriz, futbolsever değil. Severken öldüren, aşkla zarar veren milletiz.

Takıma aşk muhteşem bir şey. Ama unutmayın aşk aynı zamanda insanı zehirler, doğru kontrol edilmezse öldürür. “Tarafsız fanatik” olup kendi içimizde çelişmektense, okuyan anlayan, anlamlandıran, saygı duyan futbolseverler olsak ne güzel olur değil mi?  Fazla iyimser gelebilir ama futbol romantiği olmak, tarafsız fanatik olmaktan yeğdir.