Ahmet Hakan’ın Hürriyet’teki yazarlığının ilk dönemi “karşı mahalleyi bilen adam” şeklinde konseptlendirilmişti. Ne var ki, Ahmet Hakan hızla eskiden içinde bulunduğu kesimden uzaklaştı. Bunu hem gazetesi hem kendisi fark etti. Gazete o mahalleden farklı isimlere yönelirken Ahmet Hakan kıvrak kalemi ve zekâsıyla yeni konsept bulmakta hiç zorlanmadı. Bu konseptin adı “hakkaniyetti”. Karşılık da buldu, starlaştı. Memleket hızla kutuplaşırken o asla kutuplaşmayan dengeleri kuran adam gibi bir rol üstlendi. Nitekim CnnTürk’teki programının adı Tarafsız Bölge’ydi Konsept uyarınca bir konu hakkındaki birbiriyle karşıt görüşler karşılıklı diziliyor ve tartışıyorlardı. Ahmet Hakan programda moderasyon gereği çok rengini belli etmemeye çalışsa da yazılarında esip gürleyebiliyordu. Özellikle son dönemde programın tarafsızlık parantezi, “ekrana çıkmasına izin verilenler arasındaki taraflar” gibi garip bir örnekleme meyletti. Bu durumu çaktırmamaya epey gayret ediyor tabii. Zira son seçimden sonra tarafsızlık dengesi bir miktar değişti ve yazılara da yansıdı. Bu, haliyle bir tepki yarattı ve doz hafifletildi. Gösteri devam etmeliydi. Ahmet Hakan’ın bu gösterisinin dinamikleri hakkında turnusol kağıdı gibi işlev görecek bir örnek var şu an elimizde: Ensar Vakfı ile bağlantılı çocuk istismarı skandalı. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun meselesi de bu örneği irdelemek.

Ahmet Hakan ne yaptı?

Ensar Vakfı bünyesinde bir öğretmenin çocuklara cinsel istismarıyla ilgili Serbay Mansuroğlu imzalı BirGün haberinden sonra Ahmet Hakan’ın ilk yaptığı şey, Ensar Vakfı yetkilileriyle röportaj yapmak oldu. İşte o yine yapılmayanı yapıyor karşı tarafa mikrofon uzatıyordu. Belki başka bir yere konuşmayacak vakıf yetkilileri de ona konuşuyordu. Çünkü adı Ahmet Hakan’dı. Hakkaniyetin akil sesiydi. Röportajın başlığı da bir Halkla İlişkiler ajansının tam isteyeceği netlikteydi: Kimsenin alnında ‘Tecavüzcü’ yazmıyor. Güya Ahmet Hakan tüm soruları sormuştu. Örtbas mı ediyorsunuz demişti, göz mü yumdunuz demişti, bir tecavüzcünün vakfınızda ne işi var demişti, hiç mi kusurunuz yok demişti? Aman Tanrım ne kadar da cesurdu! Vakıf yetkilileri, al da at dercesine önlerine yuvarlanan bu topları gole çevirmekte zorlanmadı. Röportajdan kalan tortu şuydu: Münferit bir vaka, vakıf asla suçlanamaz bu hususta.

Ahmet Hakan ne yapmadı?

Ahmet Hakan Ensar Vakfı yetkililerini karşısında bulmuşken ve haber çok yeniyken sorması gerekli en kritik soruyu sormadı, sorduysa da gazeteye yansımadı. Soru şu: İlk ve orta öğretim öğrencilerine yönelik olarak özel kuruluşların yurt faaliyeti yürütmesi yasalara aykırıyken, siz yasayı nasıl deldiniz? Habertürk yayınında İsmail Saymaz, “bu yasadışı bir faaliyettir” diye belirterek sordu bunu. Zira cinsel istismardan, söz konusu vakıftan, siyasi çekişmeden önce sorgulanması gereken buydu ki, çocukları da korunmasız bırakan asıl istismar alanı buydu. Oysa Ahmet Hakan bu çok normalmiş gibi “vakfınıza öğrenci gönderen aileler size nasıl güvenecek?” gibi bir PR bülteni akmaz kokmazlığında sorularla meseleyi çözmüş gibiydi. Sonradan bu konulara girmeye çalışsa da ne fayda, tartışmanın ucunu baştan bağlamıştu. Ahmet Hakan tipi tarafsızlık hallolmuş muydu? Elbette; karşı tarafa mikrofon uzatılmış, birkaç cümle Ensar Vakfı’na kızılmış, iktidar eleştirilmiş, hakkaniyet köprüsü kurulmuştu. Arada bir program yapılmış, ilahiyatçılara dahi mikrofon verilmişti. Esaslı bir hakkaniyet için, haberi ortaya çıkaran BirGün muhabirini çağırmak gibi bazı sivriliklerden uzak durulmalıydı elbette.

Kılıçdaroğlu olmasa…

Asıl gazetecilik soruları başka yerlerde sorulurken, Ahmet Hakan’ın hakkaniyet köprüsünü sağlamlaştırmak için Kemal Kılıçdaroğlu’nun “önüne yatma minvalli” lafı imdada yetişti. Tarafsızlık ve hakkaniyet tüccarlığı için gerekli denge unsuru sağlanmıştı. Kılıçdaroğlu’na verdi veriştirdi tabii, bu arada hükümeti de eleştirme işi ihmal edilmedi böylece. Nasılsa iktidarı eleştirmek için gerekli olan muhalefet eleştirisi yapma fırsatı ayağa gelmiş, hassas dengeler kurulmuştu. Zaten baştan beri eksik olan da buydu ama Ahmet Hakan tarafları kutuplaşmayla suçlayarak Kılıçdaroğlu üzerinden çözdü meseleyi. Şimdi soralım, kutuplaşma bunun neresinde? (ki olay çok yeniyken bizzat bu köşede “siyasi hesaplaşmadan, x vakfını tartışmaktan önce çocukları koruyacak gazetecilik” temalı bir eleştiri yazısı da yazıldı). Sonra daha Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından çok önce sorulmayan sorular ne olacak? Ne lüzum var, Kılıçdaroğlu olmasa Pulitzer’e aday gazetecilik yapacak cesarette Ahmet Hakan var elimizde ki, kendisi aynı zamanda sonsuz hakkaniyet timsalidir.