Başlangıçta bir bilimsel analiz ile başlayıp sonra sohbete devam edelim.

Spor Yönetimi alanındaki öğretilerde, spor kurumlarında dört ana denetim mekanizması vardır. Yargısal Denetim, İç Denetim, Politik Denetim ve Kamuoyu Denetimi.

Spor kulüpleri dernek yapısı statüsüne tabi olduğundan hepsi sivil toplum kuruluşu olarak değerlendirilir. İçinde A.Ş. barındırması onun statüsünü değiştirmez. Yapısal kurgusu şahıs değil dernek statüsünde olduğu sürece gönüllülük esasına dayalı bir mekanizmaya sahiptir. Seçim ile göreve gelen yönetim kamu yararına hizmet verir.

Buradaki yapı ise ikili bir denetim mekanizmasını ortaya çıkartır. Birincisi, genel kurul tarafından seçilen yönetimin atadığı denetim kuruludur ki burada genelde yönetim ile uyumlu bilançolar ortaya çıkar. İkincisi ise, medya ve taraftarın oluşturduğu kamuoyu denetim mekanizmasıdır.

Medyanın bugünkü koşullarda bu görevi ile ilgili kaygılar çok fazladır. İkili ilişkiler, siyasi ilişkiler ve sürecin holdinglerin ticari beklentilerine göre şekillenmesinden dolayı objektif kurgunun oluşturulması oldukça güçtür.

Ama taraftar (seyirci değil, müşteri değil) başka bir sosyolojik ve psikolojik kurguya sahip olduğundan etkisini kırmak çok kolay değil.

Tabii bu arada, kendini taraftar zannedip kendini başkana adayan canlıları da konunun dışında tutmak lazım. Onlar süreci, elde edemedikleri sosyal statüyü gidermek üzere buldukları bir kimliği kaybetme kaygısı üzerine farklı bir boyuta taşımışlardır. Ayrı bir inceleme konusu!

2015 yılında birçok yerde yayınlanan bir röportaj sanırım ne anlatmak istediğime dair çok iyi örnek teşkil ediyor. M. United taraftarı olup kulübün Amerikalı bir aileye satılmasına tepki olarak 3500 taraftarın kurdukları FCUM Kulübünün Direktörü Andy Walsh ile yapılan röportajı yayınlanmıştı. ‘FC United of Manchester’ kuruluş hikâyesini anlatıyor.

Ve M. United dernek değil A.Ş.’dir. Daha zor, daha karmaşık koşullarda takımı korumak için çözüm üretmeye çalışmışlar.

“2005’te Glazer Ailesi Manchester United kulübünü satın aldı. Uzun bir süredir taraftarlar, kulüp içinde karar sahibi olabilmek için kampanya yürüttü. 1990’lı yılların sonlarında Rupert Murdoch’un kulübü satın almasını engellemek için mücadele ettik ve bunda başarılı olduk.

Rupert Murdoch’un kulübü satın almasını engellendikten sonra ben, dönemin Manchester United CEO’su Peter Kenyon’la konuştum ve kendisine ısrarla yönetimle konuşmasını, taraftarların yönetimde söz sahibi olması için gerekenin yapılması gerektiğini ifade ettim. Kendisi o dönem bu önerime güldü ve böyle bir şeyle ilgilenmediğini söyledi. Kenyon, şirketlerin kulübü satın alma girişimini destekliyor, M. United’in kağıt üzerinde çok zengin bir kulüp olduğunu söylüyordu... Birkaç yıl sonra Glazer Ailesinin kulübü satın almasıyla bu gerçek oldu.

2004 ve 2005’te Manchester United içerisinde önemli miktarda hissenin sahibi olan JP McManusu ve John Magnier’i temsil eden kişilerle görüşme içindeydik. Taraftarların kulüp içerisinde yeterli hisseleri alıp, Glazer Ailesinin kulübü satın almasını engellemeyi istedik fakat başarısız olduk ve Manchester United Glazer Ailesinin eline düştü.”

“Jock Stein’in sözü üzerinden çalışıyoruz. Biz şu an kooperatifiz, bu kulübün her üyesinin bir oy hakkı var, üyeler yönetimi seçiyor, yönetim ise çalışanları seçiyor. Bizler 6 milyon sterlinlik bir tesis kurduk, yapay bir antrenman tesisi kurduk, yerel kulüpler için futbol sahası yarattık. Bunları inşa ettik, neden? Çünkü biz farklı bir kulübüz. Çünkü taraftarların sahip olduğu ve yönettiği bir kulübüz. Bu eşsiz bir duygu sıradan halkın bir araya gelerek ne yapabileceğini gösteriyor.”

Ciddi bir tepki sonucu alınan tavır, aslında kulübe olan sadakatin dışa vurumudur.

Kapitalizmin beşiği sayılan İngiltere’de ve dünyanın en zengin kulübünün taraftarlarının ortaya koyduğu tavır sanırım her şeyi çok net anlatıyor. Burada bir ideolojik boyut yoktur, bir tavır vardır. Çünkü taraftarsız takım bir hiçtir. Bunu anlamayan başkan ve yöneticiler eninde sonunda bu sürecin dışında kalmaya mahkûmdurlar. Aziz Yıldırım ve Dursun Özbek örneklerinde olduğu gibi.

Buradaki taraftarlık, “Ahmet dursun Seba gitsin” tezahüratı yapmak değildir. Zaten bunu yapanlar taraftar değildir. Bunlar, kulübü ele geçirmeye çalışan ve bu sayede çıkar sağlamaya çalışan azınlığa hizmet eden ve çıkar ilişkileri sayesinde ‘nema’ bekleyen canlılardır.

Taraftarlığın felsefi içeriği ise, taraftar olmanın ahlaki düsturlarına ve bunu sağlayan dinamiklere sahip olarak her koşulda takıma sahip çıkmak ve tepkilerini objektif şekilde ortaya koymaktır. Buradaki değerler silsilesi hakaret içermez. Sadece takımın zararını engelleyecek demokratik tepkinin değerini içerir.

Taraftarlar için en büyük tehlike, bu koşulları bertaraf edecek konforlarını satarak veya konforu satın alarak kendilerini müşteri konumuna sokmaları ve olması gereken tepkiyi izole etmeleridir. Bu büyük bir ahlaki erozyondur. Sonuçta, mutlu azınlık dışında kulüp için ve haliyle taraftarlar için büyük bir hüsran olur.