George Orwell’ın “Gazetecilik, başkasının yayımlamak istemediğini yayımlamaktır. Onun dışında herşey halkla ilişkilerdir” sözü geliyor aklıma. Bugün Türkiye’de yapılması istenen gazetecilik böyle bir şey

Tarih gazetecileri yazacak

ELİF ILGAZ

Türkiye’de gazetecilik hiçbir dönem kolay olmadı. Ama hiç bu dönemki kadar da zor olmamıştı. Basın tarihine bakıldığında Türkiye gibi demokrasisi gelişmemiş ülkelerde, gerçeklerin peşindeki gazeteciler her daim iktidarın hedefi oldular. Kimi zaman bir suikastla, kimi zaman işkencede katledildiler. Ömürleri, yazdıklarını savundukları davalarda geçti. Yıllarca hapis yattılar. Matbaalar basıldı, gazeteler bombalandı, dağıtımcılar öldürüldü. Ama gazeteler çıkmaya, gazeteciler yazmaya devam etti. Ve hiçbir iktidar gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyemedi.

"Basın tarihimizin en karanlık dönemlerinden biri olan 1940’larda tek partili iktidar komünist avına çıktığında birçok gazeteciyi, aydını cezaevine attı. Ardından gelen Demokrat parti dönemi de bu durum değişmedi. 1946'da yayın hayatına başlayan siyasi mizah gazetesi Marko Paşa bu baskılardan en çok payını alandı. Gazete sık sık toplatıldı, yazarları Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz cezaevine girdi. “Toplatılmadığında ya da yazarları hapiste olmadığı zaman çıkan gazete” ibaresiyle inatla ve azimle yayın hayatına devam eden gazeteye, okuru da sahip çıktı. Dönemin en çok satan gazetesi Cumhuriyet’in üç katı fazla satışlara ulaştı. Toplatmayla baş edemeyen iktidar, çözümü gazeteyi kapatmakta buldu. Bu kez de gazete, isim değiştirerek Malum Paşa, Meşhur Paşa, Merhum Paşa, Hür Marko Paşa gibi isimlerle yasağı bertaraf etti.

Mesele; iktidarın eleştiren, sorgulayan gazeteciyi istememe meselesiydi.

Konunun sadece tek partili dönemle ilgili olmadığı, Demokrat Parti iktidarıyla anlaşıldı. Ardından gelen 12 Mart, 12 Eylül dönemleri ise, baskının arttığı birçok örnekle dolu. En ‘masum’ iktidarlar bile muhalefetin sesi yükseldiğinde, gazete kağıdına zam yaparak, basını zor duruma düşürmeye çalıştı.

1990’lara gelindiğinde toplumsal muhalefet yükselmiş, işçiler, emekçiler, öğrenciler ve kayıp yakınları seslerini duyurmak için sokaklara çıkmıştı. Bu dönemde sokakta haber yapan gazeteciler de polis şiddetinin mağduru oluyorlardı. Gazeteci Metin Göktepe, “Mutlaka ben izlemeliyim” diye gittiği haberde gözaltına alındı. “Gazeteciye özel muamele” diyen polisler tarafından dövülerek öldürüldü. Olayın vahameti özlük hakları meselesi dışında bir ortak paydada bir araya gelemeyen gazetecileri birleştirdi. Meslektaşları, şehir şehir dolaştırılan Metin Göktepe davasının peşini bırakmadı. Her şeye rağmen korkunç hukuk skandallarıyla dolu davadan basın tarihine geçecek bir karar çıktı ve ilk kez bir devlet görevlisi işkenceden ceza aldı.

İktidarlar için her devrin günah keçisi sosyalist basındı. Ama 1990’lı yıllarda polisin asıl hedefi Kürt basını oldu. O dönem güneydoğudan tek haber geçen gazete Özgür Gündem’di. Faili meçhul cinayetlerin ve gözaltında kayıpların en çok yaşandığı bu dönem, Özgür Gündem çalışanları tehdit edildi, işkencelerden geçirildi, öldürüldü

Basına yönelik saldırılarda farklı amaçlarla, büyük kitlelerin sevgisini kazanmış gazeteciler hedef seçildi. Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink gibi

2000’lere gelindiğinde gazete binaları büyüdü, plazalara taşınıldı ama sık sık yaşanan ekonomik krizlerde gazetecilerin maaşları iyice küçüldü. Her yıl ocak ve haziran aylarındaki işten çıkarmalar rutine binmiş, işsiz kalma korkusuyla gazeteciler özlük hakları konusunda hiçbir şey talep edemez hale gelmişti. Oysa aynı dönem patronlar, finans, enerji, inşaat ve medya alanında milyar dolarlık işlerin peşinde koşuyordu.

2010’lar AKP’nin ‘kandırıldığı’, cemaatle işbirliği içinde olduğu dönemdi. Derin devletle hesaplaşma diye birlikte başlattıkları Ergenekon operasyonları, dalga dalga devam ediyordu. Bir süre sonra muhalif gördükleri herkesi bu ‘torba dava’yla içeri atmaya başladılar. Gazeteciler tutuklandı. 2011 yılında Ergenekon davasının ‘basın ayağı’ olduğu iddiasıyla 9 gazeteci tutuklandı. Çok geçmeden 17-25 Aralık’ta cemaatle AKP birbirine düştü ve “Biz yapmadık, onlar yaptı” diyen iktidar bu kez de birlikte yürüttükleri operasyonlardaki savcı, hakim ve polisleri içeri almaya başladı. Cemaat medyasına kayyumlar atandı, buralarda çalışan gazeteciler tutuklandı, kalanlarsa işten atıldı.

Ama en çok işten çıkarılmaların yaşandığı dönem Gezi eylemlerinin olduğu dönemdi. Medyada tam bir cadı avı başlatılmış, sosyal medyada en ufak bir paylaşımda bulunan ya da Gezi eylemlerini destekleyen haber yapanlar işlerinden oldu.

26 Kasım 2015 günü Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve aynı gazetenin Ankara Temsilci Erdem Gül yakalanan MİT TIR’ları ile ilgili bir haberden dolayı ifade vermeye gittiler ve aynı gün tutuklandılar. 40 günü tecritte geçen tutukluluklarının, bugün 60.günü. Can Dündar ve Erdem Gül ile birlikte halen 30’un üzerinde gazeteci cezaevinde.

1990’larla kıyaslayan bölgenin tecrübeli gazetecileri böyle baskı görmediklerini söylüyor. Bu koşullarda gazetecilik yaparken gözaltına alınan Beritan Canözer, ‘heyecanlı tavırları’ gerekçe gösterilerek tutuklanıyor. Önceki gün İMC kameramanı Refik Tekin Cizre’de bir haberi takip ederken bacağından vuruluyor. Metin Göktepe Gazetecilik ödülü sahibi de olan Refik Tekin, yerde acıdan kıvrandığı anda bile kayda devam etmiş ve bizler bu sayede orada neler yaşandığına şahit olabiliyoruz.

İşsiz gazeteci ordusu her geçen gün büyüyor. Doğru bildiklerini söylemekten geri durmayan gazeteciler tehdit ediliyor. Üniversitelerde ders veren gazetecilerin işlerine son veriliyor, davetli oldukları paneller iptal ediliyor.

Ama bu karamsar tabloya rağmen tıpkı ‘40’larda olduğu gibi gazeteciler gerçekleri yazmaya devam ediyor. Can Dündar ve Erdem Gül’ün cezaevinden yükselen seslerini Cumhuriyet’teki köşelerinden duyunca, güneydoğudaki gazetecilerin iki ateş arasında bile haber geçmeye, görüntü kaydetmeye çalıştığını görünce, gerçeklerin ortaya çıkmasını önlemeye hiçbir gücün yetmeyeceğini, gazeteciliğin engellenemeyeceğini görüyoruz. Ve biliyoruz ki tarih tıpkı 1940’larda olduğu gibi, bugün de gerçeğin peşindeki gazetecileri yazacak.