Görgüsüz zenginlik teşhircisi, pahalı tüketim düşkünü “Yeni Türkiye”, tarihimizde İslamcı neoliberallerin israfta vardığı hadsizliğin adı olacak.

Zamanın “vakit nakittir” ruhundan fışkıran, diş fırçalığına kadar altın imitasyon makam tuvaletleri, 3 katrilyonluk “lüks ithalat” istifi Saray, Diyanet Başkanı’na tahsis zırhlı Mercedes, parti- devletin 100 bine yakın marka binek arabası, 26 bakan uçağı, elbette “yeni seçkinler” için çerez, çer çöp parası bile olamazdı!

Ama kamu zenginliğini, Anayasa ve hukuku dümdüz edip geçkin ”mirasyedi” enerjisiyle tüketmek, onların “on binden fazla işçiye kefen giydiren” manevi evrenlerinde, “devlet itibar” nişanesi sayılırdı.

Sokakta infaz emri verilen çocuk ve gençlerin isimlerine bile katlanılamayan, Soma’da kazdıkları derin mezarda bırakılan 301 insanı “üretime ek maliyeti” sayan rejimin lugatında, “insan” ve “hak” gibi değerleri “kul” ve “sömürüyü” işaret ettiğinden...

Devlet “itibarını” auotoshow fuarından fırlamış zırhlı araba ve uçakla tartmaktan başka çare yoktu.

Yeni Türkiye’nin uzun yıllar “dibe bastırdığı” İslamcı hedonist tüketim çılgınlığı bütün açlığıyla gizlendiği bilinç karanlığından ortalığa plastik dinocan sürüsü gibi saçılmıştı saçılmasına...

Ve şimdi bu İslamcı-neoliberallerin her malın en pahalısına olan düşkünlüğü ve ”milyon dolar” bağımlılığıyla tarihe hevesle ”çerez” olmasına tanıklık ediyorduk.

Sürekli hukuksuzluk hali kanıksanmış, açık infaz ve linci kabullenmiş, betonarme rant mezbelesi ülkede geride binlerce yetim, küskün acılı aile bırakarak gideceklerdi...

Öyle ballandırarak 10 bin TL’lik klozetten altın kaplamalı musluğa kadar hırslı sarfiyatı “valime, bakanıma, diyanet başkanına layık” diye seçmen blokunda açılan büyük gediğin içine doğru haykırıyordu.

Yani “parlamenter sistem bekleme odasına alınmıştır” diyen “fiili durumdaki” Yeni Türkiye, meşruiyetini rızkı rehin yoksullara “Ya! 330 bin lira nedir?” diye oy devşirerek sağlayabilir miydi?

Çünkü hiçbir asgari ücretli 100 yıl değil 330 yıl çalışsa bile 330 milyonu bir arada göremeyeceğini bilirdi.

O sömürü ağlarına mahkûm edilen ucuz işgücü, muktedirle paylaştığına inandırıldığı “dindar-muhafazakâr” dünyanın ortağı değil ezilen, tekmelenen, günü gelince hakir görülen sınıfı olduğunu anlıyordu.

Yeni Türkiye’nin açtığı bu derin hafriyattan aşağıya doğru uçan kuşu finanslaştıran İslamcılar yuvarlanıyordu.

Ayrıca iki dolu tabancalı mafyöz kılıklı militan dellenmesi ve kamu kaynaklı medya propagandasının payı da inkâr edilemezdi. Bu sürekli akıl sürçü dezenformatik bombardıman, bir gün bile “asgarinin” altı yaşam koşulları haber yapılmayan kitlelerin zihnini bayağı karıştırmıştı.
Millet de yoksa “yeni seçkinler” bunlar mı demeye başlamıştı.

Elbette tarih disiplini ile ilişkileri narsist hayallerini aşabilse, geçmişe, popülist söylemlere “mal veren” egzotik çıfıt çarşısı muamelesi yapmasalar, siyaseten yükseliş dönemlerinin bittiğini, anakronik yeni toplum inşa hevesi ve “milli iradeyi” başkanlıkla taçlandırma “proje” sakilliğini fark ederlerdi.

Ve küresel sisteme tam entegre piyasacı ekonomik kurullarıyla hizmet veren tedarikçi/taşeron ülke kimliğini unutmazlardı.

Bakın, üzerine yerleştikleri, asıl “varoluş nedenleri” kapitalist devlet işleyişini hırsla felç eden, dümeni elinde kalan İslamcı neoliberallerin dönemi bitti bitiyordu.