Kızıldere’yi yalnızca Denizler’in idamını engellemek için yapılan bir eylem olarak görmemek gerekir, Mahir’in düşüncesi devrimci mücadeleyi

Kızıldere’yi yalnızca Denizler’in idamını engellemek için yapılan bir eylem olarak görmemek gerekir, Mahir’in düşüncesi devrimci mücadeleyi sürdürebilmek için böyle bir eylemin yapılmasının zorunlu olduğu şeklindeydi. Ancak, altmışlı yılların ortasında başlayarak gelişen devrimci gençlik hareketinin önde gelen kadrolarının böyle dramatik bir şekilde yok edilmesi, devrimci hareketin bir döneminin de sonu oldu. O tarihten sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Buna karşın bu olay sonraki dönemin devrimci ruhunun biçimlenmesinde de çok büyük etkisi oldu.
Altmışlı yılların gençliğinin, bizim neslimizin, geriye dönüp baktığımızda en yakınımızda gördüğümüz şey 27 Mayıs ve onun öncesindeki gençlik eylemlerinden başka bir şey değildi. Oysa yetmişli yılların gençliği 70 öncesindeki devrimci gençlik hareketinin uzantısında yaşanan Denizlerin idamı ve Kızıldere katliamının yarattığı bir sol siyasi iklim içinde yetişti.
Bu durum yetmişlerin ruhunun oluşumunda, sol içindeki ayrılıklarda ve kavgalarda, dolayısıyla yetmişli yılların ikinci yarısında ülkede yaşanan olayların şekillenmesinde çok önemli bir rol oynadı. Sonraki dönemin devrimci hareketleri de bu politik iklim içinde gelişti.
Bu dönem içinde gelişen devrimci hareketlerin en önemlisi olarak görülen Devrimci Yol üzerindeki çok yönlü ve belirleyici etkileri vardır.
Karadenizdeki operasyonlar sırasında tutuklananlar arasında bulunan ve Selimiye cezaevinde birlikte yargılandığımız Fikri Sönmez yıllar sonra Fatsa’nın unutulmaz Belediye başkanı oldu. 
Kızıldere’nin benim üzerimdeki etkileri de son derece derin olmuştur. Birkaç yıl gibi kısa sayılabilecek bir süre önce katıldığım devrimci hareketin ve o süre içinde tanışarak ortak bir kaderi paylaştığım arkadaşlarımın, Kazım’ın, Hüdai’nin, Sabahattin’in, Mahir’in ve diğerlerinin dramatik sonu, hayatım boyunca unutamadığım derin izler bırakarak sonraki yaşantımın da yolunu çizdi.
Altmışlı yılların devrimci gençlik mücadelesi antiemperyalist bir mücadele zemininde gelişti. Bunda kuşkusuz dönemin konjonktürel özelliklerinin de etkisi vardır.
DARBECİLERİN ETKİNLİĞİ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan bir süreçte Türkiye’nin politik ve askeri yapılanmalarının hızla Amerikan’ın kontrolüne geçerek soğuk savaş politikaları doğrultusunda yeniden yapılandırılması, bu gelişmenin altmışlı yıllarda ortaya çıkan sonuçlarına karşı tepkilerin ortaya çıkması gibi… Kontrgerillanın ilk icraatları da daha yeni gelişmeye başlayan devrimci gençlik hareketine karşı reaksiyoner-milliyetçi bir hareket örgütlendirilmesiyle daha o sıralarda tezgâhlanmaya başlamıştı.
O koşullarda 27 Mayıs’ın da etkisiyle ordudan gelecek bir bağımsızlıkçı hareketi temel alan darbeci bir akımın da hem ordu içinde hem de sivil kesimde etkinliği vardı. Bu akımın gençlik hareketi içinde de etkileri elbette vardı. Ancak bu durum devrimci hareketin içinde Marksist ve sosyalist bilincin gelişmesi nedeniyle ortaya çıkan ayrılıkların temelini de oluşturmuştur. Egemen sınıflar arasındaki iktidar mücadelelerinin tarafı olmadan, kendi özgücüne dayanarak yürütülecek devrimci mücadeleyle emekçi halkı kazanarak kitlelerin örgütlü mücadelesiyle eşitlikçi özgürlükçü sosyalist bir dünya kurma hedefi: Kızıldere’ ye hayatlarını ortaya koyarak yürüyenlerin yolu buydu. 
Geçmiş devrimci hareket hakkında darbecilik suçlamaları yöneltenler genellikle geçmişte yaşanan ayrışmaları görmezden geliyorlar.
Aslında bu gün de benzer bir saflaşma yaşanıyor. Dikkat edilirse devrimci mücadelenin geçmişine ve bu gününe saldıranlar bu gün egemen sınıflar arasında yaşanan iktidar mücadelesinin bir tarafına yedeklenenlerden başkası değildir. Egemen sınıflar devrimci mücadelenin geçmişini karalayabilmek için inançlarını kaybederek bu günün iktidar sahiplerinin maddi manevi güçlerine teslim olanları kullanıyorlar.
TARİHE NEDEN SALDIRIYORLAR
Dikkat çekici olan bir şey, bunların çoğunlukla bu gün sola mal ettikleri suçlamaları kendi geçmişlerinde savunanlar arasından çıkmasıdır. Adam bütün siyasi geçmişini darbeci bir akımın içinde yaşamış. Biri Doğan Avcıoğlu’nun “Devrim” dergisinin yazı işleri müdürü, bu gün ortaya çıkıyor, altmışlı yıllarda gençlere nasıl bomba attırmaya çalışarak darbe ortamı hazırlamaya çalıştıklarını anlatıyor.
Diğerinin bütün hayatı cuntacıların arkasında dolaşmakla geçmiş, 12 Eylülde mahkemeye çıkmış, 12 Eylül ideolojisini asıl kendilerinin savunduklarını anlatmaya çalışmış, şimdi yandaş medyanın ekranlarında solun geçmişinin darbecilik konusunda ne kadar sorunlu olduğunu anlatıyor, bu gün solun ne yapması gerektiği konusunda devrimcilere akıl veriyor…
Bütün bunlar ne için?
Unuttukları şey şu ki bunu artık herkes görüyor!