Solun tarihsel belleği ilk kez açığa çıkmaya başladı. Yakın döneme kadar “kriminal” kodlamalarla unutturulmaya çalışılan, bastırılan, yasadışı ilan edilen solun tarihi yeniden bütün...

Solun tarihsel belleği ilk kez açığa çıkmaya başladı. Yakın döneme kadar “kriminal” kodlamalarla unutturulmaya çalışılan, bastırılan, yasadışı ilan edilen solun tarihi yeniden bütün bir toplumun ilgi alanına sunuluyor. Bunun popüler TV dizileriyle ya da sinema filmleriyle gündeme gelmesinde bir tuhaflık olduğu kesin. Bastırılmış olanın bir TV dizisi yoluyla geri dönüşü zor bir kavram olan “tarihsel gerçeklik” konusunun tartışılmasını bir kat daha zorlaştırıyor.

Geçmişte ne oldu sorusunun yanıtı biliyoruz ki bugün durduğumuz yerle de ilgilidir. Biz bugüne ilişkin yaşadıklarımızla tarihi de yeniden yeniden kurarız. Üstelik tarih hiçbir zaman doğrudan tanıklıklardan ibaret bir olay olarak görülemez. İçinde yüzlerce binlerce insanın farklı farklı deneyler yaşadığı, üstü çeşitli “tabularla” örtülmüş bir dönemin tarihi söz konusu olduğunda “tarihsel gerçekliğin” ne olduğu kolay kolay saptanamaz.

40. yıl dönemi nedeniyle 68 olayları sadece bizde değil dünyada da çeşitli boyutlarıyla tartışmaya açıldı. Batı kapitalizminin bugünkü kurumsal yapısına kavuşmasında son derece önemli izler bırakan; Avrupa dışında kalan coğrafyalarda da önemli toplumsal olayların yaşandığı o yıllar giderek tarih olurken üstüne bir çok teori geliştirildi ve geliştirilmeye devam ediliyor..

Bizde olan ise biraz daha farklı, yakın tarih hala “olguların” üstünden kurgulanıyor.Olaylara tanıklık edenlerin bilgileri adeta tarihsel gerçekliğin yerine ikame ediliyor. Bu o günleri “yaşamış olma hali” ise bir tür iktidar yaratmış durumda. Gazete sütunlarında ya da TV tartışma programlarında “tanıklar” bugün pek bilinmeyen olguların ayrıntılarını açıkladıkları konuşmalar yaparak sadece kendi yaşadıklarını tarihin yerine geçirme türünden bir yanılgı yaratıyorlar.

O günleri bir örgüt lideri olarak ya da sıradan bir militan olarak yaşamış olanların hatta sadece uzaktan seyretmiş olanların bilgileri bugün tarihi anlama çabası içinde olanlar açısından eşdeğer bilgiler olarak bir anlam taşır. Tarihçi her kimse bu bilgilerden ve kaynaklardan topladığı malzemeye dayanarak bir “anlatı” inşa eder. Yakın geçmişin siyasal hareketler açısından bir doğruluk olarak inşa edilmesi, geçmişin bir tür fetiş haline getirilmesi anlaşılabilir ama tarihsel geçmişi bütün boyutlarıyla anlamaktan ve anlatmaktan uzak bir tutumdur.

Henüz Türkiye’de 1960-1980 arasının tarihi yazılmış değildir; bütün bu tanıklıkların, tartışmaların böylesi bir yazım için bir malzeme birikimi olarak görülmesi ve bir tarih yazımını kışkırtır hale gelmesi hiç yoktan iyi bir durum sayılabilir. Ancak unutulmaması gereken hemen hemen hiçbir dönem açısından tek bir “tarih” yoktur, o dönemi anlamamıza kapı aralayacak onlarca yazım yüzlerce tez ileri sürmek mümkündür.

Bütün bunlar ortada dururken örneğin Çemberimde Gül Oya, Hatırla Sevgili gibi yakın dönem tarihine de değinen TV dizilerinin üzerinden yürütülen tartışmalara baktığınızda solun içine sürüklenmiş olduğu düşünsel fakirliğin iç yakan gerçekliğiyle yüz yüze kalıveriyorsunuz. Bizim dönemi ne kadar yansıtıyor merakıyla bu dizilerin sıkı takipçisi olanlar “kurgusal olgularla” “yaşanmış olgular” arasındaki açıyı gördükçe bugüne değin susmuş ya da susturulmuş olmanın acısını bu dizilerden çıkartmaya çalışıyorlar.

Oysa artık izleri giderek azalan geçmişe daha soğukkanlı bakabilmek mümkün, bu tür popüler dizilerin ayrıntıları ne denli eksik ve yanlış olursa olsun solu toplumsal hayatta “meşrulaştırma” konusunda olumlu bir rol oynadıkları kabul edilerek onların bilinçli ya da bilinçsiz törpüledikleri devrimci olanın yaratılmasında gerçek hayata dönmek en doğru tutum olacaktır.