Son günlerde tarikatlar Cübbeli Ahmet adlı bir kişinin kanallarda söyledikleriyle yeniden gündeme geldi. Bu söylemlerde kastedilen selefi gruplar zaten bir süredir bölgede büyük güçlerin dışlanmasıyla hedef haline gelmişlerdi. Bir dönem sınırlardan kolayca geçip ülkede saklanan cihatçılara bir çekidüzen verme gereksinimi devletin söylemleriyle de hissediliyordu. Yani ortada bildiğimiz anlamda tarikatlara yönelik bir temizlik şimdilik söz konusu değil. Bir cemaat-tarikat koalisyonu olan AKP’nin bu güçlerle hem kitle desteği hem de devleti yönetecek insan gücü anlamında işbirliği sürüyor.

Bu güçlerin tarihi elbette ki çok eskiye dayanıyor. Cumhuriyet devrimi sonrası tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla birlikte yer altına inen ya da cami cemaati şeklinde gizlenen bu tarikatlar, Cumhuriyet karşıtı odakların, toprak ağalarının, ABD destekli siyasi oluşumların birer oy/kitle tabanı oldu. İslamcılığın ve en genel anlamda sağcılığın ülkedeki seyriyle paralel bir seyir izlediler. İslamcılığın sola karşı teşkilatlandırıldığı dönemlerde kimi zaman kadro desteği kimi zaman vurucu militan desteği veren bu kesimler, pek çok şekillerde palazlandırıldı. Devrimcilerin Anadolu’da yoksul emekçi halkın gözünde dinsiz ilan edilmesinde, ABD karşıtı protestolar dahi dinci saldırılarda, katliamlarda hep bu kesimler kullanılmıştır. Türkiye’de komünizm tehdidine karşı dincilerin desteklenmesi, ABD destekli 12 Eylül darbesinden sonra darbecilerin cemaatlerle görüşüp “anarşiklere karşı” destek istemesi bu çıkar birliği sonucunda gerçekleşti.

Demokrat Parti, Adalet Partisi çevresinde kümelenen bu odakların kimi zaman kendi partileriyle ayrı bir kol olarak siyaset sahnesine girdikleri de görüldü. 1980 sonrası ANAP döneminde ÖFK yasası ile Suudi petrodolarların ülkeye girişine kolaylık sağlandı. Bu da İslamcı grupların holdingleşmesinde bir mihenk taşı oldu. Kenan Evren döneminin başbakanı Bülent Ulusu’nun hazırladığı ve Turgut Özal’ın ilk başbakanlık günlerinde kabul edip hayata geçirdiği bu yeni bankacılık/finansman anlayışının esas amacının, ekonomiye katılamayan mali değerleri yastık-altından çıkararak yabancı sermaye ile birlikte milli ekonominin emrine tahsis etmek olduğu belirtilmiştir. Yani bu kararın Arap sermayesinin ülkeye giriş yapabilmesi açısından alındığını söylemek de mümkün.

Nitekim eski başbakan yardımcılarından Ekrem Pakdemirli anılarında, Turgut Özal’ın İslami fonların ülke ekonomisine katılması konusundaki görüşlerinin henüz başbakan olmadan önce şekillendiğini anlatır. Ekrem Pakdemirli, o günleri şöyle yad eder: “Hep konuşmalarımızda bu ülkede, yani Türkiye’de, inanç saikiyle ekonomiye kazandırılamamış olan fonların varlığını ve bu fonların da bayağı büyük meblağa ulaştığını tartışırdık. Bunları nasıl ekonomiye kazandırırız diye fikir jimnastiğinde bulunurduk. Sonra öyle oldu ki Rahmetli Özal üst yönetimde sözü geçen bir noktaya geldiğinde o günlerin tartışmalarının kafamızda bırakmış olduğu izler, tortular çerçevesinde de yine bu fonları nasıl ekonomiye kazandırabiliriz düşüncesiyle bazı düzenlemeler yapma durumunda olduk.”

Sosyal devletin aşındırılması ve neoliberal politikalarla kurulan özel hastaneler ve özel okullar bu çevrelerin özel ilgi alanına girdi. Ayrıca devlet içerisinde kümelenme, özellikle yargı, emniyet, askeriye her daim ajandalarında yer aldı. Devletin bir tarikat-cemaat koalisyonuyla açıktan bu kesimlere teslimi ise AKP döneminde gercekleşti.

Bu ülke tarihinde her zaman hurafeciler, akıl dışı söylemlerde bulunan şeriatçılar, Cumhuriyet’i içine sindiremediği için işgalcilere bile sempati duyan akıl yoksunları oldu. Ancak onlar “meczuptu”! Başka toplumlarda da böyle “meczup” tipler var ancak arada bir fark var. Şu an bu meczupların fikirleri de cisimleri de iktidarda. Bu kişiler bu fikirleri söylediklerinde sıkıntı yaşamayacaklarını, dışlanmayacaklarını hatta kimi nimetlere sahip olacaklarını düşünüyorlar. Muhalif kesimlerin tepkisiyle göstermelik soruşturmalar ve görevden almalar onlar için hikâye… Bu iktidar var olduğu müddetçe birkaç ay içinde yepyeni bir kariyer imkânına kavuşabilirler. Evet, böyle düşünüyorlar.

Bilimi savunmanın suç olduğu, meczupluğun ödüllendirildiği bir ülkede her türlü akıl dışı yapının yayılmasına şaşırmamak gerekir. Şeyhinin suyunu içen, ayağını koklayan, kulağını öpen her türlü madrabazın dünyevi olanaklarla donatıldığını bilmeyen yok. Dolgun maaş, devlette kadro, ihaleler, vakıf adı altında cukkalanan araziler…

Bu karanlık düzenle hesaplaşmak aynı zamanda bu akıl ve bilim dışı yapılarla mücadeleyi de beraberinde getirecektir. Kaçak güreşerek değil! Kimi muhalefet figürlerinin yaptığı gibi uzlaşarak, tarikatlardan tarikat beğenerek, kendini onlara beğendirerek değil.