Tarımsal girdi ve temel ürünlerde yıllardır yaşanan dışa bağımlılığın, deprem illerinde yaşanabilecek gıda arz açığı nedeniyle artmasını beklemekteyiz.

Tarımda depremin nedeni, neoliberal tarım politikalarıdır
Fotoğraf: AA

Baki Remzi SUİÇMEZ - TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı

Tarım, doğa koşullarına bağlı, mutlaka korunması ve uzun vadeli planlanması gereken bir sektördür. Tüm dünyada özellikle Covid 19 küresel salgının ilk çıktığı günlerden bugüne kadar geçen sürede tarımın ve gıdanın yaşamsal önemi herkes tarafından yeniden kabul edilirken, gelişmiş kapitalist ülkelerde de korumacı politikalar uygulamaya konularak sektörün tümüyle serbest piyasaya bırakılamayacak kadar önemli ve stratejik bir sektör olduğu anlaşılmıştır.


Türkiye uzun süredir bir gıda krizinin içinde yaşamaktadır. Pandemi ve küresel iklim değişimi koşullarına ek olarak Rusya-Ukrayna Savaşı ortamında ülkemizde tarım ve gıda sektörüne yönelik somut korumacı politikaların yaşama geçirilmemesi, döviz artışı ve yüksek enflasyonla belirginleşen ekonomik kriz ortamında dışarıya bağlı mazot ve gübre dahil girdilerdeki fahiş artışa karşın somut indirimler yapılmaması, tarımsal desteklerin yetersiz olması ve geç ödenmesi, çiftçinin uygun faizli kredi kullanamaması gibi pek çok nedenle üretim alanlarımız ve miktarlarımızın azalması, üreticilerimizin üretimden vazgeçmesi, kendimize yeterlilik sorunumuzun artması, yurtdışından yüksek fiyatlarla ürün alınması, bugün tüketicilerimizi de “gıda enflasyonu” boyutunda olumsuz etkilemektedir.

Tarımsal girdi ve temel ürünlerde yıllardır yaşanan dışa bağımlılığın, deprem illerinde yaşanabilecek gıda arz açığı nedeniyle artmasını beklemekteyiz. 6 Şubat 2023 depremlerinden doğrudan etkilenen 11 ilin nüfusu 2022 yılı verilerine göre yaklaşık 14 milyon olup, kırsal alan tanımının belirsizliğini koruduğu günümüzde Büyükşehir Yasası sonrası deprem bölgesindeki mahalle/kırsal mahalle/köy/belde nüfusu yaklaşık 2,7 milyondur. Deprem illerinin bitkisel üretime katkısı %20 olup ülke toplam hayvan varlığının %15’ine sahiptir. Deprem bölgesindeki tarım arazisi miktarı yaklaşık 4 milyon hektar, kayıtlı çiftçi sayısı yaklaşık 300 bindir. Bölgede deprem sonrası bölge içi ve dışı yoğun bir göç hareketi yaşanmakta, tarımsal üretimde ciddi işgücü açığı gündemdedir. Bu kadar büyük bir nüfusu ve coğrafyayı etkileyen depremin yıkıcı etkilerinin hızla saptanması ve kırsal alanda da yaraların bir an önce sarılması gerekmektedir.

Ülkemizde 6 Şubat 2023 öncesi de tarımda deprem yaşanmaktaydı. TÜİK tarafından Tarımsal girdi fiyat endeksi Aralık 2022 için yıllık %103,14, Tarım ürünleri üretici fiyat endeksi Ocak 2023 için yıllık %142,84, Tüketici fiyat endeksi Şubat 2023 için yıllık %55,18 ve gıda enflasyonu yıllık %69,33 olarak açıklandığı ortamda, yaşanan ve yaşanacak sorunları yalnızca depremlere bağlamak kolaycılık olacaktır.

1980’li yıllarda ülkemizde tarımda da uygulanmaya başlanan ve günümüzde de devam eden tarımsal KİT’leri özelleştiren, kamu kurumlarını işlevsizleştiren, tarımsal destekleri azaltan, küçük üreticiyi büyük şirketler karşısında korumasız bırakan, alanı tümüyle özel sektörün insafına terk eden, girdilerde ve ürünlerde dışarıya bağımlılığı artıran “neoliberal tarım politikaları”, tarımda ve gıdada derinleşerek artan ciddi sorunların temel nedenidir.

24 Ocak kararlarıyla başlayan ve halen devam eden süreçte, tarımsal kamu yönetimi alanı tümüyle yabancı ve yerli şirketlerin kontrolüne ve serbest piyasanın insafına terk etmeye çalışırken, kapatılan tarımsal KİT’lerin yokluğu ve işlevsizleştirilen kooperatiflerin güçsüzlüğü çiftçinin piyasaya müdahale etmesini engellemektedir. Çiftçi örgütlerinin sesinin zamanında ve güçlü çıkmaması da çiftçinin emeğinin karşılığını almasını güçleştirmektedir. TÜİK resmî verileri güncel ve gerçekçi olmayıp, düşük gösterilen girdi fiyat endeksine dayalı düşük taban fiyatı açıklanarak hasat zamanı ürün bedelini baskılama çabaları devam etmektedir. Hasat zamanı yapılan dışalımlarla üretici fiyatının baskılanması yanlışı günümüzde de devam etmektedir. Gerçek üretim maliyetleri üzerinden çiftçi kârı ve refah payını içeren alım fiyatları açıklanmamakta, alım garantisi ya verilmemekte ya da yeterli alım yapılmamakta, yerli ve yabancı piyasalarda oluşan yüksek fiyat farkına rağmen çiftçiye fark ödemesi yapılmamaktadır. Küçük aile işletmelerinin üretimde bulunmak için bankalara, tarım kredi kooperatiflerine, özel sektöre borçlanmak zorunda kaldığı ve kredi faizlerinin çiftçi lehine olmadığı ortamda çiftçi borçları sürekli artmakta, ipotek karşılığı üreticinin üretim araçlarına el konularak üretici üretim dışına itilmektedir. Yem-Süt-Et denklemi üretici aleyhine olup anaç hayvanların kesime gitmesi süt ve et boyutunda tüketiciyi de olumsuz etkilemektedir. Enerji maliyetleri yeterli sulama yapılmasını engellemektedir. Tarım arazileri, meralar, zeytinlikler hızla amaç dışı kullanıma açılırken, üretim ortamındaki sorunlar nedeniyle çiftçi kendi arazisini ekmekten vazgeçip terk etmektedir. Çiftçi yaş ortalaması oldukça yüksek olup gençler tarıma ilgi göstermemektedir. Kadın ve çocuk işçiliği istismar edilmeye devam ederken, mevsimlik tarım işçilerinin sorunları halen çözülememiştir. Hal Yasası, zincir marketlerin tekelci yapısı, çiftçiler aleyhine işleyen sözleşmeli üreticilik modeli gibi nedenlerle gıda tedarik zincirindeki sorunlar giderilememekte, göstermelik raf baskınları ve enflasyon timleriyle “tarlada ucuz rafta pahalı ürün” sorunu çözülememektedir.

Tarım ve gıda alanında yaşanan sorunlar da bellidir, çözüm önerileri de bellidir. Sorunların köklü çözümü için, mutlaka kararlı bir siyasi irade ve ciddi devlet desteği ile toplumdan yana, üretimden yana, emekten yana, kamu yararından yana politika tercihlerinin hızla yaşama geçirilmesi bir zorunluluktur. Çözüm; alanı serbest piyasanın insafına bırakan mevcut neoliberal tarım politikalarının terk edilerek, ivedilikle kamucu tarım ve kırsal kalkınma politikalarının yaşama geçirilmesidir.

Bu bağlamda; Tarım Bakanlığı yeniden yapılandırılmalı, ehliyetli ve liyakatli kadrolar göreve gelmelidir. Üretim ortamı olan verimli tarım arazilerimiz, meralarımız, zeytinliklerimiz Arazi Kullanım Planlaması kapsamında amaç dışı kullanımlara karşı koşulsuz korunmalıdır. Dışarıya bağımlı temel ürünler öncelikli olmak üzere gıda arzı sorunumuzu gidermek için somut yeterli desteklerle yönlendirilen ülke düzeyinde Tarımsal Üretim Planlaması yapılmalıdır. Dışarıya bağımlı temel girdilerde girdi maliyetleri ve dışarıya bağımlılık azaltılmalıdır. Tarımsal KİT’ler yeniden kurulmalı ve işlevsel kılınmalıdır. Temel ürünlerde gerçek maliyetlere göre önceden alım fiyatı açıklanmalı, alım garantisi verilmeli, sezon sonu gerekirse fark ödemesi yapılmalıdır. Tarım ürünü dışalımı kademeli olarak azalmalı ve sonlandırılmalıdır. Sulama planlaması yapılarak sulama yatırımları artırılmalı, GAP Projesi sulamaları bitirilmeli, arazi toplulaştırması dahil altyapı hizmetleri tamamlanmalıdır. Yem sorunu çözülüp hayvancılık geliştirilmelidir. Ar-Ge çalışmalarına ciddi yatırım yapılarak yerli girdi ve teknoloji üretimine yönelik çalışmalar hızlandırılmalıdır. Gıda tedarik zincirinde çokuluslu şirketler ve zincir marketlerin sırf kâr amacına boyun eğmeyecek şekilde örgütlenen demokratik üretici ve tüketici kooperatifleri desteklenmelidir. Kırsal alanları geliştirecek, ülkemiz gerçeği olan küçük aile işletmeciliğini destekleyecek, çiftçilerimizin refah düzeyini artırma kadar sosyal hayatın daha fazla içinde yer almasını sağlayacak önlemler alınmalıdır. Özetle; faize ve ranta değil, yatırıma kaynak aktaran bir bütçe yapısı ve bu kaynakları akılcı kullanan sektörler arası bütüncül politikaların uygulanması ile kamusal desteklerin üretime ve istihdama yönlendirilmesi durumunda, tarımdaki potansiyel gücümüzden en doğru şekilde yararlanılacak, doğal kaynaklarımız korunacak, geliri artan çiftçilerin sorunları çözülebilecek, tüketicilerimiz sağlıklı yeterli ve ucuz gıdaya ulaşabilecektir.