27 Aralık günü bu köşede Tarım ve Orman Bakanlığı’nın hazırlığını yaptığı “yeni tarım modeli”ni “Tarımda sömürü planı hazırlanıyor” başlığıyla dört koldan itiraz edilmeli diyerek irdelemiştim. AKP’lilerin “müjde” olarak duyurdukları sömürü planına ilişkin bir dizi adım “Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” içerisinde geçtiğimiz hafta TBMM’ye getirildi. İtirazlara rağmen Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda görüşülerek kabul edildi.


Tarıma ilişkin kabul edilen “bazı” adımlar arasında “Bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce Bakanlıktan izin alınır.” maddesi yer alıyor. Tarımsal üretim planlaması, gıda güvencesi ve güvenliği, verimliliğin artırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesisi için önerildiği ifade edilen bu izin sürecinin bu gerekçelerle ilişkisi elbette temelsiz. Zira ortada Bakanlık bürokratlarının üreticilerle, köylülerle, çiftçilerle müzakere edeceği bir zemin yok. Ortada bir dayatma var. Tarım ve Orman Bakan Yardımcısı Ebubekir Gizligider’in “Bizim bulabildiğimiz en iyi çözüm bu” diyerek itiraf ettiği kapasiteleri hangi ürünün, ne miktarda üretileceğine yönelik cezai sürece tabi bir dayatmadan ibaret.

Kabul edilen “bazı” değişikliklerden bir diğeri ise sözleşmeli üretim. Bakanlığın sözleşmeli üretimi “özendirmek” için atacağı adımların gerekçesinde “üretimin planlanmasında ve üreticinin ürettiği ürünlerin pazar sorunu yaşamamasında sözleşmeli tarımın önemi”ne dikkat çekiliyor. Bugün konuyu az çok takip eden herkes bilir ki sözleşmeli üretimde güç ve inisiyatif tohumdan pazara erişime varıncaya kadar şirketlerin elindedir. Bu bütünüyle sorundur. Üreticinin piyasadan bağımsızlığını gasp eden sözleşmeli üretimin üretici için bir zorunluluk haline getirilmesinde sorun olmayan tek bir şey dahi yoktur.

Tütün üreticileri sözleşmeli üretim yoluyla haklarının nasıl gasp edildiğini haykıralı henüz bir buçuk ay oldu. Şirketlerin 55 liralık sözleşme ile maliyetin altına fiyat dayatmasına karşı en az 100 lira taleple direnmişlerdi. Deprem nedeniyle direnişi sürdüremeyen üreticiler tütünleri 70 liradan, maliyetine teslim etmek zorunda kaldılar. Neredeydi Bakanlık bu süreçte? Üretimi sürdürülebilir kılacak olan, maliyetin altına fiyat dayatması mıdır, maliyetine alım mıdır?

Sözleşmeli üretim üreticinin insanca yaşam ve üretim hakkını gasp eden bir süreç olarak işler. Sözleşme genel şartlarının Tarım ve Orman Bakanlığı'nca çıkanlacak yönetmelikle belirlenmesi de bu sorunları aşamayacaktır. Zira artık AKP yönetimindeki kamu kuruluşlarının tarımı getirdiği nokta ortada... Hatay’dan 7 liraya alınan limonların zincir marketlere %57 karla sattığı söyleniyor örneğin. Bir üretici de limonları çürümesin diye komisyoncuya 3-4 liraya sattığını söylüyor. Böylesi bir süreçte nerede olacak Bakanlık? Bundan nasıl farklılaşacak “üreticinin pazar sorunu” ve/veya tüketicinin gıdaya erişim sorunu?

Kabul edilen maddelerden bir diğerine göre de Bakanlık üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazilerinin “ekonomiye kazandırılması” amacıyla “geliri arazi maliklerine ait olmak üzere ve arazinin vasfının değiştirilmemesi şartıyla sezonluk olarak rayiç bedelden aşağı olmamak üzere” kiraya verebilecek. Bakanlığın tarım arazilerinin kullanımını teşvik etmeye yönelik yapabileceği onca iş varken, girdi maliyetlerini düşürmek varken, destek artırmak varken arazi rantı peşinde mi koşacak?

Tarımın geldiği nokta ortada. Hergün daha fazla çiftçi tarımdan kopmakta, zarar etmekte, borçlanmakta. Olası iktidar değişikliğinde, önümüzdeki geçiş sürecinin en elzem yanlarında biri de bu olacak şüphesiz. Çözüm mecliste, tepeden inmeci kanun teklifleriyle, bürokratik süreçlerde değil tarlada, köyde, kırda, köylüyle, tarım emekçileriyle, çiftçi kuruluşlarıyla, sendikalarıyla, tüketicilerle aranmadığı sürece sorunlar derinleşmeye devam edecek.