Cehalet, bilmeyenin bilmediğinin farkında olmaması hali. Bu yüzden acısız ve dertsiz. Üstelik ‘her şeyi bilme hakkı’ yanında ek paket olarak hediye! Zor mu? Haliyle. İnsanın elindeki tek cevap anahtarını, sürekli yenilenen ve değişen sorular karşısında işlevli tutması imkansız çünkü. Kapalı, savunmacı ve muhafazakar tavırların gelişmesi de böylece kaçınılmaz. Zaman, sürekli ileriye gitmiyor. Öne veya arkaya, ileri veya geri, yeni bir yolun açıldığı sıçrayışlara sebep olan kriz, son ve başlangıçla akıyor. Dolayısıyla ‘geleceğe’ umutla bakmak başka bir şey, gelecekten ‘iyi’ şeyler beklemek başka bir şey. Umutlu insanlar, içinde var olmak istediği gelecek için harekete geçen, bugünü yaşamayı ihmal etmeden, yarını inşa edenlerdir. Çünkü ‘iyi şeyler’ beklenmez. “Hayatımız hep kavga ve mücadeleyle mi geçsin? Bir pazarımız var şurda Gözde, Allah aşkına darlama bizi” diyen dostlara not düşmek isterim. Bağıra çağıra yan yana şarkı söylemeden de olmaz bu işler.

***

Zaman hep ileriye gitmiyor olabilir belki ama, evrenin kara deliklerinin fotoğrafının çekilip sesinin kaydedilmesinin de etkisi inkar edilemez. Birileri istese de istemese de göz başka duyuyor, kulak başka işitiyor o andan itibaren. Eski kalıplarla işler yürümüyor. Hoş bunu sürdürmekte ısrar edenler de biliyor. Kendi çemberinden, saltanatından vazgeçmek istemeyenler ile dışında kalanlar arasındaki gerilim bazen yüksek, bazen düşük voltajda ama alttan alta hep devam ediyor. Biz bugün, Gezi’de fazlasıyla görünür olduğu üzere, yıllardır yüksek gerilim hattında bir hayat sürdürmeye çalışıyoruz. Ve tehlikesi, ‘normalleşmeye’ başlaması. Hayal kurma hakkının gaspı gittikçe sığlaşan çamurlu suda nefessiz bırakıyor bizi.

***

Gerilimden kurtulmak için bir şey yapmak gerektiği şüphesiz çoğumuzun kafasının içinde dönme dolap gibi dönüyor. Hemen gerçekleşmesi imkansız büyük adımların heves kaçırdığı da oluyor, küçük hedeflerle adım adım ilerlenmesi gerektiğini söyleyenlerin küçümsendiği de…

Üstelik elimizde işimizi zorlaştıran ağır bir bavul da var. Geçmişten gelen ve çözülmemiş pek çok sorun ayağımıza dolanıyor. Bazen bir ileri iki geri, bazen iki ileri bir geri… Türkiye’de bugün hararetle ve iştahla ihtiyacımız olan demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet için vaktinde neler eksik bırakılmış, neler halı altına süpürülüp gözden kaçırılmış, geleceğimiz kimlerin çıkarına ipotek edilmiş… bütün bunlar koca koca taşlara dönüşüp adeta nesneleşmiş halde yığın yığın önümüzde duruyor. Ve ne saklanacak ne de üzerinden zıplanacak kadar küçükler. Büyük bir değişim ve dönüşüm potansiyeli ile burun buruna, yeni bir sıçrayışın bir adım öncesindeyiz.

***

9 Eylül’de, İzmir’in işgalden kurtuluşunun yüzüncü yılında milyonlarca insan Gündoğdu Meydanı’nı doldurdu. Alanda ve ekranda kalbi çarpa çarpa Tarkan’ın sahneye çıkmasını bekleyen o büyük kalabalık hep bir ağızdan şarkı söylemek için dakikaları saydı. “Biz böyle bilir, böyle yaşarız, o da biliyor” derken göğüsleri patlayacak gibi oldu. “Düştük evet ama kalkmadık mı, sen ferah tut içini, biz neleri atlatmadık ki, geççek” derken yanındakiyle, berisindekiyle aynı dileği paylaştığını gördü. Dar zamanınızda birinin gelip omzunuza dokunması, “o çiçekten günler çok yakında” deyip gülümsemesi hayati bir ihtiyaçtır. O bunu dedi diye birden bire karanlık yırtılıp güneş doğmaz ama siz vazgeçtiğiniz yerden bir adım daha atma gücü bulursunuz kendinizde. Korkularımız, cesaret edemediklerimiz ile isteklerimiz, hayallerimiz arasında köprü olabilen dostlara kimin ihtiyacı yok ki?

***

O akşamın, bir şehrin bağımsızlık günü kutlamasından, bir konserden, bir şarkıdan daha fazlası olduğu hepimizin malumu. Yokuşu dik, taşı bol bir yolda yürürken, saltanatçıların hiç de istemediği şekilde, kısa bir dinlenme ve güç toplama, normalleşmiş gerginliklerin toprağa bırakıldığı bir gün olarak hafızamıza yazıldı. Tarkan ise, kişisel kariyerinde hakkını, tercihlerini, sınırlarını zerafetle korumayı başarmış bir sanatçı olarak, mesajı eyleminden büyük bu konserin şüphesiz başrolü. Tam da bir yıldıza yakışacak şekilde, eyvallahsız, kendi ışığıyla milyonların saygı ve sevgisini kazanmış biri. Diyeceğim o ki, gülmek gibi şarkı söylemek de devrimci bir eylemdir. Ve elbette tüm sorunları çözmez. Ama bırakın da nefes alalım. Milyonlarca insanın bağıra çağıra şarkı söyleme isteği küçümsenecek şey değil. Hayatta her şey bir tohumun filizlenmesine bağlıdır.