Tarzan bir ucuz edebiyat, bir masal ve Hollywood’un en uzun ömürlü beyazperde ürünlerinden. Patlamış mısırlık olan bu filmi fazla kurcalamaya gerek yok, gidip eğlenmek yeterli

Tarzan: Gorillere fısıldayan adam

Özü ve niyeti iyi olsa da Tarzan’ın hikâyelerinde barındırdığı denklemler senelerdir ırkçılık, cinsiyetçilik, ayrımcılık olarak görüldü. Pek de haksız değil bu eleştiriler elbette. Yakışıklı bir beyazı koskoca ormanların ve hayvanların hâkimi gibi kurgulamak bütün bu entelektüel eleştirilere kapı açmayacak da ne yapacak. İşin içindeki en anlamsız denklem ise Avrupalı sömürgecileri eleştirenlerin, siyahilere hâlâ günümüzde bile ayrımcılık uygulayan Amerikalıların olması. Buna Hollywood taktiği diyebiliriz; ‘kendi pisliğinin güzellemesini bile satabilmek.’ Sonuçta sömürgeci İngilizlere ait bir bebek, goriller tarafından büyütülüyor ve ardından ormanın gerçek sahipleri olan kabileler dururken kaslı, şanslı, bembeyaz Tarzan ormanın hâkimi oluyor. Kısacası zulüm de kurtarıcılık da beyazların elinden çıkıyor. Ama bana soracak olursanız bu bir patlamış mısırlık Tarzan filmi, fazla kurcalamaya gerek yok, gidip eğlenmek yeterli.

Kurcalayacak olursam
Tarzan’ın tekrar çekildiğini duyunca endişe etmiştim. Ne olursa olsun hikâyenin siyahileri nasıl konumlandıracağını ve daha önceleri gördüğümüz bazı aşağılayıcı tasvirleri nasıl alt edeceklerini merak ettim. Şunu söyleyebilirim 2016 versiyonlu bu Tarzan filminde kasten kullanılmış veya doğrudan kastedilen ırkçı öğeler yok. Bunu atlatmak için imdada Tarzan’ın yoldaşı olan siyahi Amerikalı eklenerek iş bir nebze çözülmüş ve böylece bir beyaz ile bir siyahinin birlikte hareket ederek Kongo’da köleliğe karşı mücadelesi sağlanmış. Samuel L. Jackson‘ın canlandırdığı bu karakter bana her ne kadar sığ gelse de, filme doğru hizmet etmesi ve denge sağlaması açısından önemli. Bu karakterin filmde önemli bir misyonu daha var; o da kendisi üzerinden Amerikalıların günah çıkartmasını sağlıyor olması. Filmin kısa bir sahnesinde bu siyahi Amerikalı karakter, gençliğinde Amerikan yerlilere yönelik gerçekleşen katliamlara katılmış olduğu için duyduğu pişmanlığı anlatmakta. Bu günâh çıkartma ile filmde şeytan gibi gösterilen Belçikalılara ek olarak ‘biz de masum değiliz’ demiş olunması önemli.

Ucuz edebiyat
Edgar Rice Burroughs’un kaleme aldığı Tarzan bir ucuz edebiyat, bir masal ve Hollywood ‘un en uzun ömürlü beyazperde ürünlerinden. Belki de tanıdığımız pek çok beyazperde kahramanının atası. Filmde olaylar, Belçika büyükelçisi Leon Rom’un (Christoph Waltz), başını çektiği Belçika sömürgesinin Kongo’yu kolonileştirerek yerli halkı köleleştirme görevini üstlendiği 1880’lerde geçmektedir. Amerikalı diplomat George Washington Williams (Samuel L. Jackson) Greystroke Lordu yani Tarzan’ı (Alexander Skarsgård) Kongo ile ilgili kurulan tüm komplolar hakkında uyarır ve birlikte bu kurulan oyunu engellemek için Kongo’ya doğru yola çıkarlar. Ve elbette Tarzan’ın eşi Jane de bu yolculuğa katılır. Bu klasik macera yönetmen tarafından günümüz beklentilerine ve gelişmelerine uygun düzenlenmiş fakat sonuç basit ve etkisiz.

Jane ve Tarzan
Evinin kadını olmayan Jane neyse ki bu filmde güç ve zekâ olarak Tarzan’a eşdeğer resmedilmiş. Son derece mücadeleci, çevik ve sürekli Tarzan’ın kucağında olmayan, ayakları üzerinde sağlam duran bir Jane var karşımızda. Ormana dönme konusunda Tarzan’dan daha hevesli, medeniyet alerjisi daha kabarmış olan bir Jane. Filmi neredeyse ‘Tarzan ve Jane’ değil de ‘Jane ve Tarzan’ diye görmemizi sağlayacak derece de etkili bir oyun ortaya koyan Margot Robbie kendi ışığını sonuna kadar kullanmış. Sinema perdesine ait bir güzelliği olduğunu düşündüğüm Avustralyalı aktris, Jane için en doğru seçim diyebilirim. Tarzan rolünde Alexander Skarsgard’ı ise pek sevmedim. Dezavantaj gibi görünen uzun boyu ve derin olmayan ağlamaklı gözleri ile işlevsiz bir Tarzan ortaya çıkarmış diyebilirim. Bir sahnede özellikle de kadın seyircinin gözüne sokulan adonis kaslarının makyajını ise fazla abartılı buldum. Biz Tarzan’ın vücuduna değil gorillere fısıldamasına vurulmuştuk!