Siyaset sahnesine çıktığı ilk andan bu yana en belirgin özelliği, ilke, kavram, kişi, kurum ne varsa, kendi yararına kullanmaktaki maharetiydi. Esneme becerisi çoğu zaman muhataplarını şaşkınlığa uğratırdı. Amacına ulaşmak söz konusu olduğunda vazgeçemeyeceği hiçbir ilkesi yoktu.

Özellikle de kendisini sıkıştırmayı, zor durumda bırakmayı amaçlayanları her defasında ters köşeye yatırmasıyla ün yapmıştı.
2002 Genel Seçimi öncesinde katıldığı bir televizyon programında LGBT bireylerle ilgili sorulan soruya verdiği yanıtı youtube’dan seyredin. Yeniyetmenin biri kıkırdayarak geyler, eşcinseller var onlar hakkındaki kişisel fikriniz nedir, iktidara gelirseniz ne gibi düzenlemeler yapacaksınız, diye soruyor. Fikir sormaktan çok sarakaya alma niyetinde gibi. Salondaki gülüşmelere, moderatörün sakil hayda nidası karışıyor. O ise sakin, hoşgörülü bir edayla eşcinsellerin de hakları olduğunu, ülkede maalesef çoğu zaman kötü muameleye maruz kaldıklarını ve kendilerinin bu olumsuzluğu gidereceklerini söylüyor.
Dinci bir partiden geldiğini bilen öğrenci, zor durumda bırakmak isterken Cumhuriyet tarihinde belki de ilk kez iktidar adayı bir siyasal parti liderinin LGBT haklarından söz etmesini “sağlamış” oluyor. O ise gayet rahat, hedefi on ikiden vurmanın keyfini çıkarıyor. Şeriatçı biri olduğu “dedikodusunu” birinci ağızdan boşa çıkarmış oluyor. Komplo meraklıları sorunun bilerek sorulduğunu düşünseler yeri.

Esneme becerisi öyle basit bir imaj çalışması düzeyinde kalmadı hiçbir zaman. İktidarın bir ucunu tuttuğu andan itibaren açık, örtük her türden koalisyonu yapmakta en küçük bir tereddüdü olmadı. Kendi sözüyle, kim ne istediyse verdi! Uzlaşamadığı, işbirliğine girmediği ne bir kişi, ne bir grup, ne de devlet olmadı. O sıra kime ihtiyacı varsa onun da bir ihtiyacını gidermeden hiçbir şey istemedi. Her defasında büyük payın kendisinde kaldığı bir dağıtıcı oldu. Uzun yıllar yaptığı bayilik, dağıtıcılık işinin kazandırdığı bir beceriydi belki. Kazan kazan oyununu hep çok iyi oynadı. Ama hep o çok kazandı.

Bu özelliği çoğu zaman takiye olarak damgalanmaya çalışıldı. Oysa ilgisi bile yoktu. Takiye kendi amacına ulaşana kadar gerçek inancını/ düşüncesini/ niyetini gizlemeyi tanımlar. Takiye yapanın başkalarından gizlese de bir sabit düşüncesi olur. Bu gün bakıldığında aslında hiçbir zaman öyle değiştirmeyeceği bir düşüncesi falan olmadığı daha net görülebiliyor. Kendisine pay veren herkesle alışveriş yapabilen bir dağıtıcı.

Mesele Avrupa Birliği için uyum yasası çıkarmak mı, en demokratik yasayı çıkarmakta en küçük bir sakınca görmedi.

Avrupalıların gözleri kamaştı, gördükleri liberal dindardan. Referandumda evet oyu için solcular mı mızmızlanıyor, çıkıp en küçük bir utanma hissi duymadan Erdal Eren için gözyaşı dökmekten, pörsümüş bir cunta liderini mahkemeye göndermekten geri durmadı. Kemalistleri eleştirirse liberallere zokayı yutturacağını mı gördü, Dersim Katliamı için özür dileyiverdi; kibirlice ama diledi.

Kadro, mevki, hak, çıkar neredeyse herkese bir şeyler dağıtırken kendi payı hep kendisinde biriktiği için giderek gücü arttı. Gücü arttıkça da adım adım kendi payını büyütür oldu. Bir süre sonra da aslan payı hep onda kalmaya başladı.

Ama işte ülkenin maddi manevi varlığının da bir sınırı var. Dağıt dağıt dip göründü. Paylaşılacak mal kalmayınca maraza çıkması kaçınılmazdı, öyle de oldu. Mafya filmlerinde bile babanın gücü besleme kapasitesine bağlıdır. En sümüklü çete üyesi bile avantası sürdüğü müddetçe öper babanın elini.

İlk darbe en çok pay verdiğinden geldi. Koynunda beslediği yılan az kaldı onu sokuveriyordu. İlk ısırıktan sıyırdı ama savunmaya geçmek zorunda kaldı. Uzun bir süredir hazırdan yediği ve yedirdiği için, ülkede de dağıtacak pek bir şey kalmadığından, işler sarpa sarmışa benziyor. Bir yeri beslemeye devam edebilmek için öbür tarafın arpasını kesmek zorunda kalıyor.

Düne kadar karşısında el pençe divan duranlar, şimdi desteklerini sürdürmek için daha büyük paylar istemeye başladılar. Ayakta kalmanın bedeli her geçen gün daha da zorlaşıyor ve maliyeti de artıyor. İş giderek dışarda esip yağıp gürleyip, içerde yelkenleri suya indirip, süklüm püklüm pazarlık etmeye döner oldu.

Dünyanın gördüğü herkesi en çok kullanabilen lideriyken, şimdi tarihin en kullanışlı liderine dönüşüyor hızla. En başından bu yana bir ittifak lideriydi. Şimdi ise ittifakın üyelerinin şantajlarına boyun eğmek zorunda kalan müflise dönüşüyor.

Her istediğini yapabileceğini, handiyse ol dediğinde olduğuna, kadiri mutlaklığa ulaştığına inanıyordu. Şimdilerde ise kıytırık iki üç kişiye söz geçiremez, istifa ettiremez oldu. Bu saatten sonra etseler bile, elin ağzı torba değil, pazarlıkta bir şeyler kopardıktan sonra kabul ettikleri söylenecek. Artık kimse dükkândan bir şeyler cukkalamadan dediğini yapmaz. Bu işin sonu yarın muhtara bile söz dinletememeye gider.

O yüzden Tarzan zor durumda. Ama mesele onun zor durumda olması değil. Bu saatten sonra kimin, kimlerin ondan ne koparacakları belli olmaz. Koparılacaklar ise ona değil bu ülkeye, bize ait.