Kim ne derse desin, Batı ve İngiltere/ABD destekli ordu tarafından devrilen Mugabe, emperyalizmin hedefindeki adamdı. Onu sadece Reagan sevmişti

Taş evlerin Başkanı Mugabe: İyi başladı ama kötü bitirdi

Dünyanın en yaşlı devlet adamı olarak tanımlıyorlar onu. O kadar zamandır oturuyordu ki şimdi indirildiği o makamda, 1980’de bağımsızlığına kavuşan ülkesinin ilk başbakanı olarak yaptığı olağanüstü muhteşem icraatlarını unuttu bile dünya. Anlamı Afrika dilinde “Taş evler” olan Zimbabve’nin yetersiz beslenen çocuklarının yüzde 30’lara varan oranını yüzde 13’e, çocuk ölüm oranını bin doğumda 90’dan 40’ye düşürdüğünü anımsayan da yok.

Robert Gabriel Mugabe başbakanlığının ilk dönemlerinde ülkesindeki beyazlarla siyahların bir arada yaşaması konusundaki çabalarıyla büyük takdir toplamıştı. 70’li yılların bu ünlü siyah gerilla lideri ülkesini ciddi oranda kalkındırmayı da başarmıştı. Bağımsızlık sonrası iç siyasetin çirkinlikleri Zimbabve’de de kendini gösterdiğinde Mugabe “ulusal kahraman” kimliğinden soyutlanıp sıradan bir politikacıya dönüştü. Birlikte hükümet ortaklığı yaptığı Joshua Nkomo ile işbirliğini, Nkomo’yu kendisini devirmekle suçlayıp sonlandırdıktan sonra rakiplerine karşı son derece acımasızca davranan bir tiran oldu. O da benzeri birçok politikacı gibi siyasi çatışmaya “etnik” köken çatışmalarını da soktu. En sevimsiz tarafı budur.

Bir zamanlar savaştığı sömürgeci ülkelerin de araya girmeleriyle Nkomo ile yeniden uzlaşıp ülkede “barış” sağlandıktan kısa süre sonra, 1987 yılında ülkenin ikinci devlet başkanı seçilen Mugabe’nin ilk yaptığı iş Başbakanlık kurumunu ortadan kaldırmak oldu. O günden görevden alındığı güne kadar ülkeyi demir yumrukla yönetti. Ülkesindeki sosyalistleri de ezip geçti.

Zimbabve ekonomisinin kötü gidişinden, toprak reformundaki başarısızlıktan, insan hakları ihlallerinden sorumlu tutuldu.
İngiltere ile yapılan anlaşma gereği beyazların elinde olan toprakların siyahlara verilmesi uygulaması gecikince, Mugabe bunu fırsata çevirdi. Beyazları zorla topraklarından çıkarması batı dünyasında büyük tepkilere yol açtı. İngiltere ile olan tüm bağlarını kopardı. Oysa yapılan bir anlaşma vardı, bu anlaşma uyarınca hakkı olanı yerine getiriyordu ama yöntemi konusunda kimse Mugabe’yi savunamazdı. Yapılan suçlamaların çoğu batı medyasında çok sık dile getirildi.

Batı’ya da yanaştı ABD’ye de
Döneminin her ulusal kurtuluş hareketi önderi gibi Marksizm’den etkilendi ama bu söylemden öteye gitmedi. Batı karşıtlığı, sömürgeciliğe öfke düzeyinde kaldı. Buna rağmen kapitalizmi de kabul etti, dayatılan “demokrasi”yi de. O nedenle İngiltere’den İsveç’e kadar destek gördü, kalkınma hamleleri için mali yardımlar aldı. ABD Başkanı Ronald Reagan döneminde Mugabe’nin liderliğindeki Zimbabve ABD’den askeri yardım almayı hak kazanan ülkeler listesindeydi. Batının hedefi olduktan sonra doğal olarak Çin’e yaklaştı.

Emperyalizmin kurbanıydı kuşkusuz ülkesi ama Mugabe’nin emperyalizme karşı adalet arayışı “kabile intikamcılığını” aşamadı. Bu nedenle ülkesindeki beyazların topraklarını zorla ele geçirmesini “ilkel adalet”in gereği olarak olumlayan da oldu, karşı çıkan da.

Evet, bir tiran olduğu doğrudur ama Batı’ya özellikle İngiltere’ye karşı taviz vermez bir tutum aldığı, bu nedenle emperyal merkezlerce dünya kamuoyunun gözünden düşürülmek istendiği de bir gerçektir. Belki de bu nedenle, bu algıyı değiştirmek istercesine Çin Halk Cumhuriyeti’nce Mugabe’ye 2015 yılında Konfüçyüs Barış Ödülü verildi. Aynı ödül Fidel Castro ile Vladimir Putin’e de verilmişti.

Mugabe 2008 yılından beri AB ülkelerine girişi yasak olan bir liderdi. Afrika Ülkeleri Birliği’nin Başkanı olduğunda ancak geçici izinle AB ülkelerine girebilmiştir. Emperyal güçlerin sürekli hedefi olmuş ama onlara kendisine karşı kullanacakları birçok malzeme de vermiştir.

Kim ne derse desin, batı ve İngiltere/ABD destekli ordu tarafından devrilen Mugabe emperyalizmin hedefindeki adamdı. Çokca yanlış yaptı ama ülkesinin “yeniden sömürge” olmaması için çaba göstermediğini kimse iddia edemez.