Son haftalarda iki torba yasa üzerine sıkça konuşuluyor. Bunların birisi ‘gıda, tarım ve orman alanında bazı düzenlemeler yapılması hakkında kanun teklifi’ diğeri ise ‘elektrik piyasası kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi.’ Sıkça konuşmalarının gerekçesi öncelikle gıda ile ilgili teklifte bulunan ve sonradan geri çekilen bir maddenin, gıda üzerine söz söyleme özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik yaptırımları içermesi.

Görüşmelerden çevre örgütleri temsilcilerinin zorla çıkarıldığı diğer torba teklifinin ise, özellikle madencilik faaliyetlerine dair şirketleri kollayarak ekolojik krizi perçinleyecek ve kırdan geçinenleri daha da yoksullaştıracak önerileri içeriyor olması nedeniyle geri çekilmesi talep ediliyor.

Gıda, çevre, elektrik, ziraat mühendisleri, çevre ve ekoloji hareketleri, çiftçiler, köylüler, gıda üreticileri; yani bu konuları dert edenlerin, irdeleyenlerin her iki torba yasaya yönelik itirazlarını görüyoruz. Gıda ile ilgili tasarıdaki madde, toplumun bu konuda irade göstererek iptalini istemesiyle geri çekilebildi. Diğer tekliflerle ilgili ise günlerdir, hatta madencilik karşıtı bazı mücadeleler açısından düşünüldüğünde yıllardır süren itirazlara rağmen henüz iptal veya geri çekme karar açıklanmadı.

Toplumun bu torba yasalara karşı verdiği mücadeleler, esasen tasarıların hazırlanma sürecinin antidemokratik ve adaletsiz olduğunu gösteriyor. O nedenle bana öyle geliyor ki bu tasarı süreci ‘acele kamulaştırma’larda olduğu gibi öncelikle yasaların temel dayanağının sorgulanmasının ve bu anlamda da kamu yararını tarif ve talep edip, buradan hareketle bir tür yeniden kamulaştırma talebini üretmenin önemini yeniden ortaya koyuyor.

Bu yazıda tasarıların içeriğine değinmem mümkün değil ancak yalnızca “Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”nin gerekçesine bakmak bile durumu berraklaştırıyor. Bu anlamda teklifin gerekçesi olarak yer alan “özel sektör yatırımcılarının faaliyetlerini daha sağlıklı ve hızlı bir şekilde gerçekleştirmesini temin etmek” amacının, kamu yararını egemen sınıflar lehine yorumlaması ciddi bir sorun oluşturuyor. Bu gerekçenin aynı zamanda yasa tasarı sürecinin antidemokratik ve adaletsiz olduğunu ifşa eder bir nitelik taşıdığı da aşikâr.

Nitekim torba yasaya karşı verilen toplumsal mücadele de bu gerekçeye karşı örgütleniyor. İtirazlar torbaya doldurulan yasa tasarılarının kime yarayıp, hangi toplumsal grupları güçlendirip hangilerini zayıflatacağı ve tabi bunların ortaya çıkaracağı toplumsal ve çevresel maliyetlere odaklanıyor.

Bu anlamıyla torba yasa teklifinin, hükümetin piyasalaştırma hamlelerini hızlandırmaktan başka bir şeye yaramaması itirazların temelini oluşturuyor. Başka bir deyişle kamu yararının tümüyle piyasa aktörlerini güçlendirmeye yönelik biçimde yorumlanması, tekliflerin toplumsal eşitsizliği derinleştireceği görüşünü destekliyor. Örneğin kabul edilmesi halinde, madencilik faaliyetinin yapıldığı bölgelerde yaşayan ve tarımla uğraşan köylüler başta olmak üzere kırdan geçinenleri yoksullaştıracak biçimde zarara uğratacağı gerçeğine işaret ediyor. Bu iddiayı önceki uygulamaların sonuçlarına bakarak da kolayca teyit edebiliyoruz.

Bu süreç aynı zamanda, kamu yararının gerçekleşebilmesinin, karar süreçlerinin halkın bilgi ve denetimine açık olarak planlanmasıyla mümkün olabileceğine işaret ediyor. Bu tür kararların halk üzerinde baskı kurma aracına dönüşmesinin engellenmesi gerekliliğini ve aynı zamanda şirket egemenliğine, ticarileşmeye karşı kurulması gerektiğine işaret ediyor. Böylesi bir kamu yararı, bu alanda çalışan akademisyenlerin de sıkça vurguladığı gibi ve tabi gıda yasasının geri çekilmesinin gösterdiği gibi toplumsal mücadele ile mümkün olacaktır.