Soyutlama, insan bilincinin en büyük numarası; Osmanlıcası tecrit. Birbirine benzemeyen tek tek şeylerde dışsal bir nitelik bulup, onları tek bir niteliğe göre genel kümeler altında toplamak ve tecrit etmek. Nitelikler ilişkiseldir. Bir nesneyi soyutladığınızda onu hayata bağlayan ilişkilerinden koparır ve soyut bir bağlama yerleştirirsiniz; bir tür dekupaj işlemi. Hayati bağlarından soyutlanmış her nesne ölü bir formdur. Aristoteles’e göre formu oluşturan nitelikleridir. Soyutlama ise formların niteliklerini eksilte eksilte gerçekleşir. Şeyler niteliklerinden yoksun bırakıldıklarında dünya ölü formlarla dolu bir tahnit odasına dönüşecek. Ve haklı olarak gördüğünüz her at formuna at diyeceksiniz. Ama “bir yük atı ile bir yarış atı arasında, bir öküz ile bir yük atı arasında olduğundan daha büyük fark vardır... Çünkü yarış atıyla yük atının ne duyguları ne de etkilenme kudretleri aynıdır; yük atının daha ziyade öküzle ortak duyguları vardır” (Deleuze, Spinoza, Norgunk).

SINIFLANDIRMAYA BOYUN EĞMİŞ ÖLÜ FORM

Soyutlama görseldir, formların dışsal niteliklerine dayanır. Şeyleri salt formlarına göre tanımlarsanız yanılırsınız. Şeyler formları ile değil, ilişkiler ağı içindeki etkileme ve etkilenme kudretlerine göre tanımlanır. Şeyleri ilişkilerinden yalıtıp formlara indirgediğinizde geriye sınıflandırmaya boyun eğmiş ölü bir form kalır. Oysa şeyler, etkileme ve etkilenme kudretleri ile sürekli form değiştirecek ve sınıflandırmaya direneceklerdir. İnsanı da salt form olarak düşündüğünüzde aynı hataya düşersiniz. Harikalar Diyarındaki Alice, karşılaşmalarla etkilenme kudreti azalıp çoğaldıkça sürekli form değiştirir. Bir şişedeki sıvıyı içince küçülür; kurabiyeyi yiyince devleşir. Ya da mantarın bir tarafından ısırık aldığında öylesine küçülür ki çenesi ayağına değer; diğer tarafından yediğinde boyu ağacın tepesine ulaşır. İnsanın bir formu yoktur; bir kudrettir çünkü. Etkileme ve etkilenme gücüne bağlı olarak kudreti azalıp çoğaldıkça formu da değişir. Ama konturlarından keserek ilişkilerinden yoksun bırakırsanız onu form denilen tecrit hücresine kapatmış olursunuz.

BEDENLER TAŞINABİLİR TECRİT HÜCRELERİ

Soyutlayan, soyutladıkça var olan insan sonunda kendisini tecrit hücresinde buldu. Bugün tecrit hücresinin mekânsal karşılığı ev ya da hapishane değil, bir form olarak bedenin kendisi. Bedenler, taşınabilir tecrit hücreleri. Kendinizi birden bire bir hücre olarak bulmadınız tabii, yavaş yavaş oldu. Şeyler arasında hareket eden ve aralarında bağlantılar icat eden göçebelerdik. Bu karmaşık ilişkiler ağından soyutlandık önce; yerleştik. Göbeklitepe bir tapınak olarak inşa edilse de yerleşiklerin yerleşim planını gösterir; iç içe geçmiş eş merkezli daireler. Ve toplumsal konumlarına göre dairelere yerleştirilen bedenler, merkezdeki iktidar tarafından ilişkilerinden soyutlandıkça sonunda tecrit hücrelerine dönüştüler. İnsan, ikili soyutlamanın ürünü; doğanın ve iktidarın ya da kozmik korkunun ve resmi korkunun. Biyoiktidar, virüse üniforma giydirip kolluk kuvveti olarak kullanıyor şimdi. Ne zaman bir araya gelip hayatı talep etsek, “Dağılın!” anonsuyla birlikte virüsün adı zikrediliyor.

BEDENİN, DÜŞÜNCENİN HAPİSHANESİ: FORM

Virüsü iktidarın elinden kurtarmak gerek. Virüs, soyut bir fikir haline getirildi. Bir şey soyut fikir haline gelmişse, “birbiriyle birleşen ilişkileri anlamak için uğraşmayız; sadece dışsal bir göstergeyi, ... değişken bir duyulur niteliği alır ve onu, tüm niteliklerini göz ardı ederek asli bir özellik seviyesine yükseltiriz” (Deleuze). Virüs, kültür endüstrisinin benzerlerini çokça ürettiği, durmadan biçim değiştirerek insanlığı tehdit eden “alien” seviyesine yükseltildi. Oysa virüsler, yeryüzünün yerlileri; yeryüzünün yerlileri evrimleşirler. Soyutlanmadan kurtulmak, tecrit hücresinden kaçıp evrimleşmek ve devrimleşmektir. Virüs hızla evrimleşerek formdan kaçabiliyor ama bizler kapatıldığımız formun içinden korku dolu gözlerle dışarı baktığımızda virüsü değil, kolluk kuvvetlerini görebiliyoruz sadece. Borges’in, soyutlama yetisinden yoksun kahramanı Funes, herkesin şarap kadehi gördüğü yerde “şaraba eklenen her üzüm tanesini, bağdaki salkımları, asma yapraklarını, dallarını, saplarını” algılayabiliyordu. Şeylerin tüm bağlantılarını tek bir edimde algılama kudreti, formdan kurtulduğumuzda mümkün. Form, bedenin ve düşüncenin hapishanesi.