Hafta içerisinde bianet’ten (bianet.org) ilginç bir haber okuduk. Fenerbahçe tribününde LGBTİ bayrağı açılmıştı.

Futbol tribünlerinin ne kadar seksist ve maço mekânlar olduğu malum... Bu hali göz önüne alınca insan ilk okuyuşta haberin şaka olduğunu yahut da habere yansıyan fotoğrafın aslında ne bileyim Avustralyalı Fenerbahçelilerin kendi aralarındaki maçtan bir kare olduğunu filan düşünüyor.

Fakat hayır. Haber doğru.

Fenerbahçe’nin Türkiye Kupası’nda Altınordu’yla oynadığı erteleme maçında tribünde LGBTİ bayrağı açıldı sahiden.

Organizasyonun arkasında İzmir’de yaşayan Fenerbahçeli bir grubun bir araya gelerek oluşturduğu ve Taşra ismini verdiği bir taraftar topluluğu vardı.

Taşra’nın kendisini nerede tanımladığına, manifestolarında kendilerine nasıl bir pozisyon ürettiklerine sonra geliriz. Fakat Taşra ne güzel bir taraftar grubu ismidir!

Anadolu takımlarının taraftarları bir dönem bir araya gelerek üç İstanbul kulübüne karşı ‘Anti Bizans’ adı altında bir grup oluşturmuşlardı. Onların tavrı netti. İstanbul takımlarını tutma, kendi şehrinin takımını tut. Bizans oyununa alet olma.

Peki ya, Anadolu’da yaşayıp üç İstanbul kulübünden birini destekleyip taraftarı olduğu kulübü hep uzaktan sevmek zorunda kalanlar...

İşte Taşra tam da buradan hareketle, Fenerbahçe sevgisini uzaktan yaşayanları bir araya getirmeyi hedefliyor.

Fakat manifestolarına bakınca görüyoruz ki taşra bilinçli şekilde tercih edilmiş bir isim. Bu ismi seçerek bir İstanbullu’yu severken futbolun kalbinin attığı bu büyük metropolün beraberinde getirdiği kirliliği reddettiklerinin de altını çizmeyi ihmal etmiyorlar.

Oyunun büyük şehir entrikalarının dışında kalan kısmının güzelliğine vurgu yapıyorlar.

Taşralılar şöyle diyorlar manifestolarında:

...taşra, uzaktaki çubuklu sarı lacivert kalplerin sevda çığlığıdır! Küçük bir çocukken semt pazarında annemizin eteklerine yapışarak, ağlayıp zırlayarak ama inadına aldırdığımız çubuklu forma aşkıdır. Üstümüzden günlerce çıkarmadığımız, sokakta top oynarken hava attığımız ve geceleri uyurken bile üstümüzde düşlere yattığımız renklerin sevdasıdır ve bu çocukluk aşkını, inadına endüstriyel futbola kurban etmeme direncidir taşra.

Tabii serde Fenerbahçelilik olunca Kadıköylü kulüplerini de İstanbul’un bir miktar taşrasında konumlandırdıklarını da hissediyor insan.

Oysa İstanbullu olma hali ve İstanbul’un memleket gündeminin her alanından daha büyük bir pay talebini durmaksızın dayatma ısrarı artık kendi taşrasını da kapsayacak şekilde genişledi.

Bugün kar İstanbul’a yağıyorsa soğuk, zam köprülere geliyorsa cep yakan, otomobil İstanbul’da yolda kalıyorsa trafiğe yol açan bir şey.

İnsan tam da bu yüzden bazen kendisini İstanbul’un orta yerinde taşralı hissedebiliyor. Yahut tam aksine İstanbulluluk, Türkiye’nin öteki ucuna bile sirayet edebilen bir hastalığa dönüşebiliyor.

Bütün bunlara karşın bir İstanbullu’ya gönül indirmek de taşralılığa dahil, doğrudur. Hele söz konusu futbol olunca bunun çok daha kolay olduğu da bir gerçek.

Ama Altınordu maçında açtığı LGBTİ pankartıyla adını (geç kalarak) duyduğum Taşra Grubu bu aşkı futbolun gövdesinde büyük bir ura dönüşen kirli ilişkilerden müstesna bir biçimde yaşamaya çalışıyor belli ki.

İyi de ediyor.
Taşra gibi oluşumlar futbolumuza nefes aldırıyor.
İnsan mutlu oluyor.