Taşraya mı kaçarız?

GÖKÇE UYGUN

Metropolde yaşayan, sık sık taşraya göçme planları’ yapan sanatçılar, bir gün aniden kendilerini Çankırı’da, ‘şahsa ait bir devlet kurumunda memur olarak çalışıp, taşrayı deneyimlerken bulurlarsa ne olur?

Soyadı gibi genç yazar adayı Mehmet Serkan Gençin ilk kitabı Olmadı Taşraya Kaçarız bu soru temelinde şekilleniyor. Kitaba adını veren uzun öyküde yazar, olmadı taşraya kaçarız deyiş temennisini, bir alternatif senaryonun parolası olarak konumlandırıyor. İronik bir kara mizah dilini kullanan Genç, bu öyküsünde şehir ve varoluş ikilemlerinde dolaşan sanatçı bir arkadaş grubunun hikâyesini anlatırken, kitapta yer alan diğer iki kısa hikâyede ise hayatın içindeki hayatın kendisi kadar zengin ayrıntıları okuyucuya yansıtıyor.

EV YAPIMI KİTAP!

Mehmet Serkan Genç de aslında bir Orta Anadolu kenti kökenli. Yıllardır da taşra şehirlerinde memurluk yapıyor. Gündüz mesaisinde dairede çalışıyor, geceleri de yazı masasını başına oturarak hem kendi gözlemlerinden hem de hayal gücünden gelenleri kağıda döküyor. Sonra bu yazdıkları -kendi deyişiyle- elinde biriken hikâyelerin bir zaman sonra bilgisayarda kalıp, dijital fotoğraflar gibi hard diskten hard diske aktarılırken kaybolup gideceğinden korktuğu için kitap çıkartmak istiyor. Ailesi de onu destekliyor; abisi Hakan kitabın editörlüğünü yaparken, yengesi Ayla da kitabın kapağını çiziyor. Ve Genç ailesi ortak yapımı bu kitap ortaya çıkıyor.

‘TAŞRA AĞIRDIR’

Mehmet Serkan Gençe kitabın adını soruyorum; Olmadı biz hep bir şeyler yapma telaşındayız. Olmadı bir mülakata girer çıkarsın, olmadı kahve içer geri gelirsin, olmadı dener kıyafeti bırakırsın. Kısa süreli heveslerimiz çok fazla maalesef. Medeniyet için yapılan gökdelenler, pahalı markalar, insan eliyle oluşturulan bu şatafat, Köy yoğurdu nereden bulabilirim? sorusuyla bitmeye başladı. Madem organik yiyecektin yumurtayı, neden Levente geldin? Senden önce zaten tavuk geziniyordu oralarda. Şimdi karantina sürecinde bir kez daha gördük. Artık herkes kaçma derdinde.

Peki ya taşra diyorum. Taşra bir yandan da ağırdır diye başlıyor lafa Serkan, sonra espriyle devam ediyor; Gezen tavuk yumurtası yersin ama horoz da seni sabah çok erken uyandırır. Konsantre olmuş film izlersin horoz seni yine rahatsız eder. Binlerce aracın sesi İstanbulda insanı rahatsız etmez de o horozu boğazlamak istersin!

“OBLOMOV’U KARANTİNADA ANLADIK”

Taşrada zamanın daha yavaş aktığı tezine katılıyor Serkan, çünkü trafik sorunu yok. Kendisinin zamanı nasıl geçirdiğini, can sıkıntısında saçma şeyler yapmayı aklından geçirip geçirmediğini soruyorum. Bir taşra hayalini paylaşıyor; Bazen evin terasından müzik yayını yapmak, herkesi tempo tutmaya davet etmek, dağların üzerine neon ışık yerleştirip müziğin ritmiyle onların yanıp sönmesini izlemek istediğim oluyor.

Karantina sürecinde çoğumuz zamanın akışı’nı deneyimledik aslında. Bakın bu konuda neler söylüyor Mehmet Serkan Genç, Dostoyevskiyi tanımadan Gogolün Paltosunu tekrar tekrar okumadan bence kimse başka kitap, film, dizi arayışına girmemeli. Özellikle Oblomova değinmek isterim. Bir karakterin hiçbir şey yapmadan da klasik olması çok çarpıcı. Asıl sorunumuz bence bir sürü şey yapmak zorunda bırakılmak. İnsanoğlu karantina sürecinde bence en çok Oblomovu anladı bence.

DEMLİK ALTI KİTAP!

Son söz niyetine Mehmet Serkan Gençe okurun neden bu kitabı okuması gerek diye afaki bir soru soruyorum. Yine esprili bir yanıtla yapıyor kapanışı;

Ben nasıl sanat zanaat konularında dertlendiysem okur da biraz dertlenecek. Belki sadece olmamış diyerek demlik için altlık yapacak kitabı. Kitaplığında yer kaplayacak belki turuncu kapağıyla. Az sevdiği bir arkadaşına hediye edecek. veya ben en iyisi klasik kitapları okuyayım diyecek okur. Büyük ustaların önemini bir kez daha anlayacak.”