Önüne konan şekerlemeleri yememek için (verilen yönergeye uyup) kendini tutan ve tutamayan çocukların yaklaşık 20 yıl sonraki toplumsal durumlarının karşılaştırıldığı bir araştırmada, şekerlemelere dalmayıp bekleyebilenlerin gelecekleri çok farklı olmuş. Kendini kontrol becerisi gelişkin çocuklar okulda daha başarılı, iş hayatında verimli ve saygın bir hayat sürmüşler. Adi suç işleyenlerin oranı kendini kontrol edebilenler arasında çok düşük kalmış. Insanlarla daha iyi geçinebilmişler. Yaşamaktan daha az yorulmuş, daha fazla zevk aldıklarını bildirmişler.

Şekerleme kasesinin önünde oturup da şekerlemeleri yutmamanın hayat kalitesini bu denli yükseltici sonuçlar vereceğini baştan söyleseydik, kendini kontrol edemeyen çocuklar farklı davranırlar mıydı? Pek sanmam. Ileride dişlerin çürür demekle dişlerini fırçalamaya heveslendirebildiğimiz kaç çocuk var? ilerisinin çok uzak geldiği bir dönemde, ders mi yoksa oyun mu, ‘fastfood’ mu yoksa zeytinyağlı kereviz mi gibi ikilemler karşısında ileride daha iyi bir yaşam için işine yarayacak olanı yapmak bir çocuktan ne kadar beklenebilir? Televizyon karşısından kalkıp uykuya gitmek zor değil mi? peki, televizyondaki mühim diziyi bırakıp çocuğu yatağına götürüp bir öykü ile onu uykuya uğurlamak anne-babaya zor geliyorsa, çocuktan ne bekleyebiliriz?

Kendini tutabilmek, denetleyebilmek, dış etkilere kapılmamak gibi davranışları kendini kontrol (özdenetim) başlığı altına toplayabiliriz. Ilk başta felsefi ya da dini bir kavram gibi gözüken bu davranışsal özelliğin gelişimi çocukluk yıllarında şekillenmeye başlar. Kendini kontrol yetisini bir anlamda iradenin davranışsal tanımı olarak da görebiliriz.

Kendini kontrol becerisi farklı konular ya da alanlara göre pek değişiklik göstermez. Şekerleme için işlemiyorsa, ödev yerine televizyon için de işlemeyecektir. Kendini kontrol edebilmenin bir sınırı olup olmadığı da çok tartışılır. Nereye kadar dayanacağı bilinmeyen bir kaynağın tükenmesi gibi kendini sürekli tutması gereken birisinin de iradesinin bir sonu olmalı mı?

New Scientist’in geçen haftaki sayısında aktarılan bir araştırma fikir veriyor: üstüste birkaç kez kendini kontrol gerektiren testler verilen iki grup denek var. İki test arasında limonata ikram ediliyor: bir gruba şekerli (kan glukoz düzeyini yükseltiyor), ötekine tatlandırıcılı (glukoz düzeyini etkilemiyor). Şekerli limonata içenler ikinci testte tatlandırıcılı limonata içenlere göre çok daha iyi performans gösteriyorlar. Kendini kontrol çabasının yarattığı zihin yorgunluğunun şeker ile giderilebilmesi ‘şekeri düştü herhalde’ diye şekerli sularla zihin açıklığı için çocuklarını beslemiş annelerimizi ve anneannelerimizi şaşırtmamıştır. Şekerleme düşkünü çocukların kendini kontrol mekanizmalarını beslemek için gerekli bir maddeyi tüketmemek için kendilerini tutmak zorunda kalmaları ise kaderin bir cilvesi.

Dergideki bir başka örnek ise, şartlı salıverme kararlarını veren yargıçlarla ilgili. Sabah saatlerinde, güzel bir kahvaltı sonrası tok karna çalıştıklarında yargıçlar çok daha yürekli davranıp, düşünüp taşınarak zor sayılacak kararlar (şartlı salıverme lehine) verdiler. Öğlene doğru kararları hükümlüleri şartlı salıvermeme yönüne kaydı. Bir bakış açısıyla, yoruldukça ve kan şekerleri düştükçe, kendini kontrol etme kapasitesi azalan yargıçlar, kendilerini fazla yormayan (ve yürek gerektirmeyen) kararlar aldılar. Bu deneye bakarak yargıçların karnının tok olduğu saatlere denk gelen dosyaların daha iyi inceleneceğini, idare edecek kararlar yerine hakça hükümlere ulaşılacağını varsayabilir miyiz?