12 Eylül’de MHP’lilerin de yargılanmış olması, faşist rejimin halka ve devrimcilere yaptığı zulmü asla meşrulaştırmamıştı. Şimdi AKP’nin 12 Eylülcüleri yargılıyor gibi yapması mı başımızdaki şu ceberutları meşrulaştıracak, sevimlileştirecek?

Yok daha neler!

Zaten hemen anlaşıldı ki AKP bu tercihi de kamusal bir görev olarak filan değil kendi özel işi gibi sunuyor ve kullanıyor. Netekim, bunlar Devlet Güvenlik Mahkemesini bile bu yüzden özelleştirdiler, Özel Yetkili Mahkeme yaptılar! Özel işlerinde kullanıyorlar... Aman da başbakan nasıl da demokratmış! Darbecileri marbecileri nasıl da yargılarmış!

Fakat bu piyasada her özelleştirme, sermaye sınıfı için güzelleştirme değil mi? Neyse...

Ve böylece, 12 Eylül davasının başlamasıyla birlikte bilumum AKP yandaşları, Tayyip’in yoldaşları, bilhassa “yetmez ama evet” namıyla bilinenler alay konusu oldular.

Ama öylesine pişkinler ki, “Bak gördünüz mü, inanmıyordunuz, dava başladı, sizler de bizim yanımıza geldiniz, hadi özür dileyin” deyip duruyorlar. Vah ki vah. Oyuncakları ellerinden alınmışçasına çılgın ve iftiracılar... Bunlar arasında en ibiş olanı elbette Yıldıray Oğur... Diğerleri de sürekli onun yalanlarından alıntı yapıyor. Bu ülkede her şey olabilirsiniz, rezil birer liberal dahi olabilirsiniz, ancak bir Yıldıray Oğur olamazsınız! O var oldukça sadece Goebbels’e rahmet okursunuz.

(Goebbels’lere belki hâlâ inanan vardır niyetine: Devrimciler 2010 referandumunda 12 Eylülcüler yargılanmasın demediler. Ama onları yargılayacağız kisvesi altında yeni bir 12 Eylül rejiminin inşasına evet demeyeceklerini, bu zokayı yutmayacaklarını, referandum torbasına girmeyeceklerini söylediler. 4 Nisan sabahı da Adliye’nin önüne gidip işte bu hakikati bir kez daha hatırlattılar.)

4 Nisan günü bu vesileyle bir araya geldiğimiz Oğuzhan Müftüoğlu’yla sohbet ettik. Yaşanılan tablo karşısında onun yaptığı bir tespiti aktarmam lazım: Bugüne dek solculuk adına ulusalcıların yaygarasının, liberallerin yaygarasının palavra olduğu hayat tarafından kanıtlandı. Artık onlar söyleyeceklerini söylediler ve tükettiler. İnandırıcılıklarını bütünüyle yitirdiler. Devrimcilerin sözünün daha fazla dinleneceği bir döneme giriyoruz!

(Oğuz abinin dediklerini burada kendi yorumlarımı katarak aktarmış oluyorum. Zaten maksadım da ona böyle bir emrivaki yaparak, dile getirdiği tespitini bir çözümleme düzleminde ayrıntılı şekilde ortaya koyması.)

Piyasacı, gerici ve dinci burjuva ideolojisi karşısında, devrimci görüşler, sosyalizm ideolojisi, ulusalcı ve liberal parazitlerden arınmış şekilde daha net dile getirilebilecek. İşte bu yeni bir imkândır ve boşa harcanmamalıdır.

Bu imkân kuşkusuz, yine Oğuzhan Müftüoğlu’nun sözleriyle “devrimci kurucu irade” sayesinde kullanılabilir.

Sohbetimizden birkaç gün sonra CIA’nın Türkiye’deki eski şefi Graham Fuller adeta bu tespitleri duymuşçasına şöyle diyecekti: “Türkiye bu (İslami) hareketleri politik sisteme entegre etti. ... Bu en önemli başarı. Benim kişisel hissiyatım ise Türkiye’de daha çok sol hareket görmek isterdim. Çünkü bence en büyük ihtiyaç bu. Ben Türkiye’nin geleceği için çok iyimserim. Gülen hareketi, Kürt hareketi... Türkiye’deki tüm hareketlerin sistemle entegrasyonu, Türkiye’nin gelecekteki istikrarı için esastır. İyimser olmamın sebebi de, bu entegrasyonun her geçen gün daha fazla gerçekleştiğini görmem.” Fuller’in derdi, elbette ve bilhassa sadece ılımlı İslamcıların değil Tayyip’in yoldaşlarının, yani ılımlı solcuların, liberallerin de sistemi yeniden üretmesi, tezgâhı döndürmesi... İşte bu yüzden Fullerler, Gülenler iyimserler.

Ama artık bizler de iyimseriz. Çünkü artık vakti geldi: Bu tezgâhın bozulmasının yegâne çaresi de devrimcilerin kurucu iradesi!

Siyasette kurucu (constituent) irade, yeni bir rejim kurulurken ya da rejim kendini yenilerken anayasa (constitution) yapımında gerekli. “Onlar” şimdi yeni anayasa tezgâhında kendi iradelerini ortaya koyacak.

Ama solculuk adına konuşan ulusalcıların ve liberallerin ipliğinin pazara çıktığı bir ortamda, devrimci iradenin sesi daha fazla işitilebilmeli. Şimdi bütün gücümüzle iradi müdahale zamanıdır. İradi müdahale, sübjektif koşulların olgunlaştırılmasıdır: siyasi gerçekleri teşhir etmek, örgütlenmek, mücadeleyi yükseltmek!

Öyleyse içimden geçen his nedir, söyleyeyim mi?

Zevkli ve zor mücadele günleri bizleri bekliyor!