Sayın kraliçem, ömrümce saraylarda kaldım, böyle görgüsüzlük görmedim demezseniz şayet, tez vakitte bekliyoruz sülalenizi, hadi mevlit olmadı, size uymadı, kına gecesi var, sünnet töreni var, düğün dernek var, maşallah, bizde her şey var!

Tebaa olmak ya da olmamak!

Alper Turgut

Pek meşhur Büyük Britanya Kraliçesi II. Elizabeth ve ailesini didikleyen Netflix işi “The Crown” dizisinin üçüncü sezonunda, “Darbe” diye bir bölüm var, sene 1969, İşçi Partisi iktidarda ve İngiltere iflasın eşiğinde şaka gibi en büyük sömürgeci krallığın manda altına gireceği endişesi hâkim bazılarında, paranın değeri ise yerlerde, sıkıntı büyük, çok büyük. Bir grup zengin ve yetkili insan, işte medyacısı, bankacısı, para babası toplanır ve damat prensin emekliye sevk edilen komutan amcası Lord Louis Mountbatten’ı (kendisi son Hindistan genel valisidir, 1979’da IRA tarafından öldürülmüştür), darbe teşebbüsünün başına geçirmek isterler.

Yaşlı kurt, çok akıllı ve kurnazdır, mevzu sakat diye düşünür. Onları haklı bulmakla birlikte, kibirli darbe heveslilerine şunları söyler; “Son 10 senede 46 ülkede tam 73 darbe yapıldı. Misal Gana’da 1967’de 500 adam, başkanı devirebildi. Güney Kore’de bir tümgeneral, 3500 askeriyle, 1961’de yönetime el koyabildi. Hatta 1964’te tam 150 adam, Gabon’da devletin kontrolünü zorlanmadan sağlayabildi. Ancak Birleşik Krallık için bize on binlerce sorgusuz sualsiz itaat edecek asker gerekir. Özetle bu plan işlemez, İngiltere’de darbe gerçekleşemez!”


Meşru olabilmemiz çok zor, çünkü burası demokrasinin beşiği, anayasa var, adalet mekanizması var, parlamenter sistem var ve bunların dokunulmazlığı var diyor. Buyurun buradan yakın, monarşinin sembolik de olsa devam ettiği bir ülkede, elemanlar resmen, biz cumhuriyetiz diyen, ancak demokrasiden nasibini hiçbir koşulda alamamış devletlere caka satıyor, ne yazık ki. Elbette meselenin üzerinden yarım asır geçti, ekonomiyi düzelttiler, darbe filan da olmadı, her şey dönüştü, değişti, gelişti. Bir şey hariç. Kraliçe tahtındaydı, yine tahtında, o orada öyle çakılı kaldı. Bizse cunta, muhtıra, darbe teşebbüsü ne kadar saçmalık varsa yaşadık o arada, cumhuriyet olup, hak ve özgürlüklerden, kuvvetlerden ayrılığından, adaletten ve demokrasiden nasibimizi alamayınca netice de kaçınılmaz oldu, haliyle.

Gerçekten The Crown müthiş bir dizi. Senaryosu, sanat yönetimi, oyunculukları, kusursuza yakın bir proje bu. Özellikle algı konusunda, yaman bir iş yürütüyor, kraliyeti sevdiriyor insana, Prens Charles denen sevimsiz herife bile üzülebiliyorsun, ‘Vah vah neler çekmiş adam!’ diyerek. Bugün 93 yaşında olan Kraliçe Elizabeth, tam 67 senedir tacını taşıyor, pardon, sadece bir ülkenin de değil, toplam 16 ülkenin kraliçesi o, 53 ülkeden oluşan İngiliz Milletler Topluluğu’nun (iki milyar dört yüz milyon nüfus) da başkanı. Gelelim veliaht prensin dramına. Galler Prensi Charles, artık 71 yaşında, garibim, ha bugün, ha yarın kral olacağım derken, iyice ihtiyar bir adam oldu, dizide annesinden sevgi de görmüyor. Hah! Prenses Diana meselesi yüzünden, ülkesinde ve dünyada pek hoş karşılandığı da söylenemez, aman neyse, kendisine acıdık lakin öyle kolayca kabullenecek de değiliz!

Şimdi elde kılıçla, Diriliş Ertuğrul seyreden, Payitaht: Abdülhamid bağımlısı olduğunu da gizlemeyen memleketimiz izleyicisini, hala anlayamamış olsam da saltanat işleri, cazibeli ve albenili, orası kesin. Beni aşsa da mesele, akıl yürütebilirim, padişahlık müessesi keşke kalsaydı be, yine ve yeniden ecdadımızın yolundan yürür, fetih modunu açar, anlı ve şanlı bir ülke olarak, toprağımıza toprak katardık diye düşünen azımsanmayacak bir kitlenin varlığı hala mevcutken, adını andığım diziler, nispeten gazlarını alıyordur belki.

Muhteşem Yüzyıl dizisine yer yer takılmış biri olarak şunu söyleyebilirim, hükümdarlar ilgimizi çekiyorsa sorun yok, ancak hükümdarları seviyor ve onları istiyorsak, o vakit kısmen acıklı kısmen de gülünç bir durumdayız demektir. Burada lafı Karl Marx’a bırakayım; “Bir insanı kral yapan tek sebep, diğerlerinin kendilerini tebaa konumuna yerleştirmesidir. Onlar ise, o kral olduğu için tebaa olduklarını varsayarlar.” Yani kral olmak, herkese ve her şeye hükmetmek isteyeni anlamak mümkün de insan neden bir insana tebaa olmak ister, bunun yanıtı hayli muğlak! Aslında “Padişahım çok yaşa!” ile “Tanrı, Kraliçeyi korusun!” arasında pek bir fark da yok hani, oysa halk, hanedandan büyüktür, biri bunu halka söylesin.

Dünyanın en büyük sarayı bizim başkentimizde, itibardan tasarruf olmaz da sarayımızın özlü sözü, oysa koca kraliçe, vergi mükellefleri bize ayar olmasınlar diye, 40 takla attıracak ailesine, neredeyse. İsraftan kaçınmak için gemiyi verdi, küçülmeye gitti, lüks arabalarına tüp taktırdı, para getirecek etkinliklere dadandı, yine de yaranamadı. Majeste, sizin kıymetinizi bilmiyorlar, bence bizim memleketimize gelin, çokomelli ekonomimiz ile sizi ağırlar ve gül gibi yaşatırız biz, gemicikleriniz bile olur, sürüsüne bereket! Bebek mevlidi bile, lüks işi bizde, kimimiz yoksulluk ve yoksunluktan dolayı canından vazgeçiyor, kimimiz var patlasın çal oynasın kafasında, ısrarla. Sayın kraliçem, ömrümce saraylarda kaldım, böyle görgüsüzlük görmedim demezseniz şayet, tez vakitte bekliyoruz sülalenizi, hadi mevlit olmadı, size uymadı, kına gecesi var, sünnet töreni var, düğün dernek var, maşallah, bizde her şey var!
Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu filmi, nihayet gösterime girdi, yapımda eksik çok, ortada kalan, gelişmesini tamamlayamayan, bir anda kaybolan karakterler, dozu kaçmış hamaset, ikinci yarıda ivmenin düşmesi gibi problemler mevcut. Lakin yine de erken yitirdiğimiz asrın sporcusuyla özlem giderebilmek için, bu filme gidilir, bu film seyredilir. Benim meramım ise başka, bir şampiyon sporcu, neden doğduğu ve doyduğu toprakları, büyük bir risk alarak terk eder ve Türkiye’ye kaçar, işte film, bu sorumun yanıtını veriyor, kendi ağırlığının üç katından 10 kilo fazla kaldıracak akıl almaz bir rekorun motivasyonunu bize gösteriyor. Hayata soldan bakanlar olarak, Bulgaristan Komünist Partisi’nin, ülkelerindeki milyonu aşkın azınlığın adlarını, zor ve baskıyla değiştirme, onların kültürünü, dilini, dinini yok sayma saçmalığına, elbette iki kez kızmamız şarttı. İlki bu asla insani değildi, ikincisi sizin gibi gerzeklere sosyalist denmesi, vahşi kapitalizmi hayli eğlendirdi. Geleceğe not; umudunuzu kimsenin kirletmesine izin vermeyin!

cukurda-defineci-avi-540867-1.