Dünyanın gündemi göç, göçmenler ve sığınmacılar. Çiçeği burnunda başkan Trump bunların hepsine yasadışı göçmen demeyi tercih ediyor. Trump, Orban, Farage ve daha bilumum radikal sağcı erkek politikacı uyuyup uyanıp göçmenlere saldırıyor. Bütün kötülüklere, bütün başarısızlıklara günah keçisi olarak göçmenleri seçmişler: Kapitalizmin dönemsel krizlerin de genel sağlık sigortasının da Fener’in Kayseri’den dört gol yemesinin de sorumlusu göçmenler.

Bir kez daha hatırlamakta fayda var. Göçmen dediğimiz insanlar kimler? Genel olarak göç etmeyen çoğunluktan zarar veya baskı görenler ya da görme ihtimali olanlar, adaletsizliğe maruz kalanlar, soykırıma uğrayanlar, dini, dili kültürü, siyaseti inkâr ve reddedilenler, düşünce veya inançlarından dolayı hak gaspına uğrayanlar, ağızlarıyla kuş tutsalar da ekonomik olarak tutunamayanlar ve daha bin türlü nedenle tutunamayanlar.

Göçmenler, Esad gibi Saddam gibi diktatörlerin öldürdüğü, tanklarla toplarla ve kimyasal silahlarla üzerine saldırdığı insanlar. Cinsel tercih ve varoluşlarından dolayı ayetullahların katlini istediği insanlar. Bunlar, Kuzey Kore diktatörü ve ona özenen pek çok diktatörden kurtulmak için tebdil-i mekânda hayır vardır diyenler. Sanatına, edebiyatına, bilimine, heykeline tahammül edilmeyenler... Ekseriyet bu! Yani ‘kötülüklerin bin türlüsüne maruz kalan kişilere göçmen denir’ diyebiliriz.

Göç etmenin mutlulukla bir ilgisi var ama burada çok mutluyum artık başka yere göç edeyim diyen yok!

Bütün bunları söylememin nedeni şu: içinde bulunduğunuz açmazların, yoksunlukların, yoksullukların, işsizliğin, açlığın vs nedeni göçmenler değil, Suriyeliler değil, Meksikalılar değil, Iraklılar, Kürtler değil. Çok klişe olacak ama bütün bu garibanlığın ve çoraklığın nedeni kapitalizm ve onun yere göğe sığdıramadığı (neo)liberal demokrasisi ve bunların Türkiye, Burkina Faso, Pakistan gibi ülkelerde görülen absürd derecede kötü kopyaları.

Trump ve benzerlerinin arkasına dizilip göçmenlere saldırmak yerine Trump ve benzerlerinin bizi soymak için ışıltılı koltuklara oturttuğu, apoletlerle donattığı çakallardan korkun.

Türkiye’de akademi hızla çoraklaşıyor. İngiltere’de, AB’den çıkma kararı sonrası benzer bir kaçış eğilimi oluştu. ABD’de Trump’ın başkanlığı ilk olarak kalifiye ve iyi eğitimli Müslümanları vurdu. Türk vatandaşlarını da vurmaması için bir neden yok. Gidişat oralarda da çoraklaşma yönünde.

Barış isteyen akademisyenlerin işlerinden atılması zaten başlı başına bir kıyım iken, ne idüğü belirsiz darbe girişimi sonrası gelen tutuklamalar, soruşturmalar ve işten çıkarmalar durumu daha da vahimleştirdi. Ancak mesele sadece işinden olan 10 bin dolayında akademisyenin başına gelenler değil. Bu sadece buz dağının ucu. Sağından soluna akademinin soluğu kesilmiş durumda. Zaten yıllardır siyasi baskılarla ve manevralarla sulandırılmış olan üniversitelerin iyice canına okunmuş durumda.

Çoraklaşma dediğimiz; entelektüel üretim yapılabilecek ortamın kalmaması. Akademi dışında da sanatçıları, mühendisleri ve hatta subayları da içeren çok geniş bir yelpazede çoraklaşma yaşanıyor. NATO komutanını bazı Türk subayların görev yaptıkları NATO ülkelerinde iltica başvurusu yaptıklarını açıkladığını hatırlayalım.

Çoraklaşmanın bir yüzü de başka ülkelerden Türkiye’ye entelektüel ziyaretlerin, göçün kesilmesi. Bilimsel toplantıların iptal edilmesi, ortak projelerin rafa kaldırılması, çeşitli sanatsal etkinliklerin ve projelerin aynı şekilde etkilenmesi Türkiye’yi ciddi biçimde geriye götürdü. 12 Eylül Darbesi’nden sonra en az yirmi yıl alan ‘normalleşme’ adımları bir anda geri sarılmış oldu. Buradan dönüş çok külfetli ve zor.

Bütün bunlar yeni veya süpriz değil. Türkiye çok uzun süredir gelişmiş dünyanın kıyısında bir anomali olarak yoluna devam ediyor. Türkiye, OECD ülkeleri içinde kitlesel sığınmacı göçü veren tek gelişmiş ülke! 12 Eylül’den bu yana, çoğunluğu Kürt, Alevi ve solcu bir milyondan fazla Türk vatandaşı sanayileşmiş ülkelere gidip siyasi sığınma başvurusu yaptı.* Bazı yıllarda bu sayı 40 binin üzerine çıktı. AKP iktidarı döneminde de her yıl ortalama en az 10.550 Türk vatandaşı yurtdışına gidip siyasi sığınma başvurusu yapmış. 2016 yılında ortalama başvurular ikiye katlanırken Temmuz-Ağustos aylarında iltica başvurusu yapanların sayısı bir önceki yıla göre 4 kat arttı.

Nam-ı diğer hoşgörü rejiminden kaçan kaçana. Bu büyüklükte sığınma başvuruları ancak savaş halindeki veya iç savaş yaşayan ülkelerde görülüyor. Sığınma başvurusu yapanların hepsi beyin göçü değil ancak rahatsızlığın boyutunu, bıçağın kemiğe dayandığını anlamamıza yardımcı olacak dolaylı göstergelerden biri. Öyle sanıldığı kadar da kolay bir şey değil. Etrafınızdakilere sorun kaçı bir başka ülkeye gidip sığınma başvurusu yapmak ister. Hem duygusal hem de maddi olarak maliyeti ağır bir hareket sığınma başvurusu yapmak. Üç beş istisnai ünlü sığınmacı dışında da hiç bir ülkenin sığınmacılara öyle sıcak bakmadığını da unutmayalım. Rahatsızlığı, çetkiğiniz eziyeti, işkenceyi yaşamanız yetmez, bir de tuzu kuru göç memurlarına ya da polislere defalarca anlatıp ispatlamanız beklenir. Özetle sığınmacıların göçü bir eziyetten göreli başka bir eziyete doğru yolculuktur.

Şimdi asıl mesele bu göçmenleri sığınmacıları anlayıp dertlerine derman olmaya çalışırken şu çoraklık meselesinin önlenmesi. Burada ‘sağcı’ veya ‘solcu’ bir durumdan bahsetmiyoruz artık. Memlekette ileri demokrasinin dibine vurulduğu için bol miktarda ‘sağcı’ da beyin göçü, sığınma vs derken memleketi terketti. Henüz edemeyenler de sırada bekliyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi bilim adamlarına kapımızı açmıştık diyerek sıyrılmak mümkün değil. Çünkü birkaç üniversiteyi ayakta tutacak kadar bilim insanınız ülkeyi terketmiş durumda. Bence bir hayır işleyin ve bu gidişe dur deyin.

İyi haftalar ve bol şanslar.

(*) Bakınız: Migration Letters dergisi Ocak sayısı: http://www.tplondon.com/journal/index.php/ml/article/view/788.