1983 yılında Çavuşesku imzasıyla yayımlanan bir kararname, Romanya’da daktilo sahibi olmayı bazı kurallara bağlıyordu. Buna göre, evinizde bir daktilo olmasını istiyorsanız ilgili güvenlik birimlerine başvuruda bulunmanız, daktiloyu hangi amaçla kullanacağınızı belirtmeniz gerekiyordu. Onay işlemlerinden sonra, sözkonusu daktiloda yazılmış bir sayfa yazıyı da ilgili birimlere vermeliydiniz. Makinenin hangi harfi nasıl bastığını gösteren bu sayfa, daktilonuzun parmak izi oluyordu. Böylece, yasadışı (devlet kurumlarını eleştiren, başkanı eleştiren, toplumsal durumu eleştiren vd.) bir bildiri dağıtıldığında bunun sizin daktilonuzdan çıkıp çıkmadığı anlaşılabilecekti. Yani, sanki silah ruhsatı alır gibi daktilo ruhsatı almanız lazımdı. Ekim 1985’te yayımlanan diğer bir kararnameyle, daktiloların başkasına emanet verilmesi veya kiralanması da yasaklandı.

Ama biliyorsunuz, son tahlilde bu tür hamleler muhaliflerin azmini artırmaktan başka sonuç vermez. Çocukluğu bu döneme denk düşen Carmen Bugan, Burying the Typewriter (Daktiloyu Gömmek) adlı anı kitabında, babası Ion’un muhalif bildirileri nasıl yazdığını anlatırken şöyle diyor: “Geceleri kardeşim Loredana’yla ben yatağa giderken daktilo canlanır ve evdeki tek ses onunki olurdu. Annem salonun kapılarındaki camları kalın havlularla kapatır, bize de hava giderek soğuduğu için evin ısısını korumak gerektiğini söylerdi. Babam salona girip kapıyı kilitlerdi. Loredana ve ben, ancak kapıyı kilitlemeyi unutmuşlarsa salona gidebilirdik. Oda mürekkep ve karbon kâğıdı kokardı.” (Graywolf Press, 2012, s. 109)

***

25 Aralık 1989’da Nikolay Çavuşesku’nun ne yazık ki temelini kendisinin attığı hukuksuz bir yargı süreci sonunda aynı gün içinde yargılanıp idam edilmesiyle sona eren ‘Sosyalist Romanya’ deneyiminin en tuhaf yanlarından biridir bu ‘silah olarak daktilo’ düzenlemeleri. Otoriter iktidarların eleştiriler üzerine düşünüp toplumsal bir uzlaşmayla ortaklaşa kararlar almak yerine muhalif sesleri bastırarak her şey yolundaymış gibi davranmaları yeni bir şey değil elbette -böyle yapsalar otoriter olmazlardı zaten!- ama doğusundaki Sovyet, Çin, Kore deneyimlerini gözlemleyen ve batısındaki kapitalist ülkelerle yakın ilişkileri bulunan Çavuşesku iktidarının 80’lerde halkı böyle baskılamak için ya dünya tarihinin diyalektik dinamiklerini hiç anlamamış olması, ya da hiç ayılamayacak kadar iktidar sarhoşu olması gerekiyor.

Daktilosu olmayanlar ne yapıyordu peki? Mugur’un öyküsüne bakalım:

16 yaşında bir lise öğrencisi olan Mugur Calinescu, batılı kapitalist ülkelere yapılan dış borç ödemeleri nedeniyle halkın temel gıda maddeleri için bile çok uzun kuyruklara girdiği ülkede ters giden şeyler olduğunu düşünüyordu. İlginç bir tesadüfle, Türkiye’yi kana bulayan darbenin birinci yıldönümünde, 12 Eylül 1981 gecesi, yaşadığı Botoşani kentinin Komünist Parti binasının önündeki duvara tebeşirle “Adalet ve özgürlük istiyoruz!” yazdı. Yazı 13 Eylül sabahı saat 10.00’da gizli polis teşkilatı Securitate’ye bildirdi. Resmi kayıtlara göre ülkedeki her 30 kişiden birinin ihbarcı olarak çalıştığı bu resmi terör örgütü, hemen yazıyla ilgili bir dosya açtı. Sonraki günlerde, kentin farklı sokaklarında aynı tebeşirle yazılmış başka yazılar görüldü: “Komşumuz Polonya’da işçiler, bağımsız Dayanışma Sendikası sayesinde özgürlüklerine kavuştu”, “Her gün uzun kuyruklarda beklemekten bıktık., “Ülkede sefalet ve adaletsizliği kabul edemeyiz”, “Özgürlük istiyoruz, haklara saygı istiyoruz.”

Bu tümcelerin her biri Securitate’yi dehşete düşürmüş olmalı ki, Amerikan dizilerinde FBI’ın seri katiller için yaptığı profil çıkarma çalışmalarına benzer bir soruşturma başlatıldı. Kentte yaşayan yurttaşlardan binlercesinin el yazısı örnekleri toplandı, okullardan alınan sınav kâğıtları incelendi. Nihayet 18 Kasım 1981’de Mugur, gece tebeşirle duvara yazı yazarken yakalandı.

Sorgudan geçen çocuk bunu kendi başına yaptığını söylemesine rağmen Securitate inanmadı, Mugur’un ailesi ve arkadaşlarını da sorguladı. Yetmedi, annesiyle birlikte yaşayan Mugur’un evine dinleme cihazı yerleştirildi. Nihayet bunun örgüt işi olmadığına kanaat getiren Securitate yetkilileri “Haline şükret çocuk!” dediler, “15 yıl hapis cezasından yırttın!”

***

Okulu ve arkadaşları tarafından dışlanarak iyice yalnızlaştırılan Mugur üç yıl sonra, 19 yaşındayken lösemiden öldü.

Bu hep böyledir: Baskıcı iktidarın hoşuna gitmeyen sözler, gazete ve TV yasaklanınca instagramla, instagram yasaklanınca daktiloyla, daktilo yasaklanınca kalemle, kalem yasaklanınca tebeşirle yazılır, söylenir. Bir muhalife daktilosunu gömdürürsünüz, bir çocuğun hayatıyla oynarsınız ama otoriter iktidar için sonuç değişmez.