Masmavi bir gökyüzü altında, güneşli bir gün. İki kadın, kaldırımda yürümektedir. Aynı kaldırımda İspanyolların Kültür Bakanı, romancı Jorge Semprun ile arkadaşı Jean-Marie Soutou da...

Souou, kadınlara bakarak Baudelaire’den birkaç mısra okur.

O mısralar Semprun’un belleğinden uzun yıllar çıkmayacaktır.

Bir süre sonra ise Semprun, bir kitapçıda Baudelaire’in “Fleurs du mal”ın (Kötülük Çiçekleri) yeni bir baskısını görecek ve Soutou’ya armağan etmek isteyecektir.

Fakat, cep harçlığı kitabı almaya yetmediği için de “üvey anne”sinin tuvalet masasından birkaç gümüş lira aşırmak zorunda kalacaktır.

Daha sonra da “Bu hırsızlıktan hiç pişmanlık ve suçluluk duymadım” diyecektir:

“Charles Baudelaire, Jean-Marie Soutou ve Pleiade dizisinin ilk cildi burjuva ahlakına aykırı bir davranışa, mülkiyet hakkına tecavüze değerdi.”

Şiir uğruna mülkiyet hakkına tecavüz etmek...

Bu söz, yedeğine Baudelaire’in “Bin yıl yaşasam bunca anım olmazdı” mısrasını da alarak belleğimi, ilkgençliğimin “güzel aydınlık”lı günlerine götürdü.

60’lı yılların başı, İzmir’de “Evrim” dergisini çıkarmaktayız.

“Sanatçının topluma karşı görevi” konusunda bir soruşturma düzenlemişiz.

O yıllar, Karşıyaka Bostanlı’sında oturan Samim Kocagöz ile konuşmak üzre bir arkadaşım ile ziyaretine gittik.

Kocagöz, bir yandan sorularımızı yanıtlıyor, bir yandan da özellikle yabancı dillerde çıkan kitaplarını gösteriyor.

Bir ara, odadan çıktı, sanırım bir fincan çay almak için...

İşte o an, kitapların arasına sıkışmış, Cemal Süreya’nın adını çokça duyduğum, ama İzmir’de bulunması güç “Üvercinka” kitabını gördüm.

Yalan söylemenin gereği yok, “kitabı çaldım.”

Ve bu “hırsızlık” yıllarca kapanmaz bir yara olarak durdu anılarımda, ki daha sonra Kocagöz’e itiraf etmeme rağmen...

Bir kez daha anladım ki, dünyanın neresinde olursa olsun, söz konusu eğer “şiir”i her türlüsü ile çalmaksa “mülkiyet hakkına tecavüze değerdi.”

Pişmanlık duyulmayacak tek “hırsızlık” da bu olsa gerek...