Ülkenin yakın tarihinin ‘en büyük felaketi’ olarak nitelendirilen 17 Ağustos Depremi’nin bugün 21’inci yılı… Resmi rakamlara göre 17 bin 840 kişinin yaşamını yitirdiği depremden ders çıkarılmadı. Yeni 17 Ağustoslar kapıda. AYM’nin yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin karar verdiği 17 Ağustos Depremi’nin ‘sembol ismi’ Ömür Kınay, ‘İmar Barışı’na tepkili. “Tedirginim” diyor ve ekliyor: “İstanbul kocaman bir şantiyeye dönüştü. Biz hiçbir şey yapamadık.”

"Tedirginim çünkü İstanbul dev bir şantiyeye dönüştü"

Uğur Şahin

17 Ağustos 1999'daki acı depremin bugün 21’inci yıldönümü… Merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesi olan ve 03.02'de gerçekleşen deprem, yaklaşık olarak 45 saniye sürdü, şiddeti ise 7.4’tü. Bunun sonucunda resmi rakamlara göre, 17 bin 840 kişi yaşamını yitirdi, 48 bin 901 yurttaş yaralandı. Yakın tarihinin ‘en büyük felaketi’ olarak nitelendirilen depremde can kayıplarının çoğunluğunun nedeni, binalarda eksik malzeme kullanımıydı. Afetlere dayanıklı yerleşimler, fay yasaları, imar ve yapı üretiminin denetimi… Aradan 21 yıl geçti ve bunların hepsi unutuldu. Üstelik bu ‘tabloya’ kaçak yapıların yasal hale getirildiği İmar Barışı eklendi. Milyonlarca insan adeta çaresizce depremi bekliyor.

Peki, ‘en uzun 45 saniye’ye tanık olanlar bugün ne düşünüyor? Onlardan birisi Ömür Kınay… 17 Ağustos’ta İstanbul Küçükçekmece'de annesiyle birlikte yaşayan Kınay'ın oturduğu sekiz katlı bina yıkıldı. Annesi enkaz altında kalarak hayatını kaybeden Kınay, enkaz altından 4,5 saat sonra kurtarıldı. Olay tarihinde 20 yaşında olan ve beton bloklar arasında boynu yan yatmış fotoğrafıyla depremin 'sembol kızı' olarak hafızalara kazınan Kınay, yaralı olarak kurtarıldı ancak vücut fonksiyonlarını önemli ölçüde kaybederek engelli kaldı. Kınay sadece çekilen fotoğrafıyla değil, mücadelesiyle de sembol bir isim. Öyle ki geçen sene Anayasa Mahkemesi (AYM), Kınay’ın bireysel başvurusunu kabul etti ve Kınay'a 27 bin lira manevi tazminat ödenmesini kararlaştırdı.

tedirginim-cunku-istanbul-dev-bir-santiyeye-donustu-769560-1.
Ömür Kınay, 17 Ağustos depreminde enkazdan
kurtarılmış ve beton bloklar arasında boynu
yan yatmış fotoğrafıyla depremin ‘sembol
ismi’ olarak hafızalara kazınmıştı.

Kınay, “Adalet sistemi Türkiye’de yıllar yılı tartışmalıdır, sonuçları da çoğunlukla adalete karşı güven duygusunu yitirmemize neden olmuştur” diyor ve ‘İmar Barışı’na sitem ediyor:

“Tedirginlikle bakıyorum. 99 depremi sonrası yer bilimciler önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde Büyük İstanbul Depremi’nin yaşanacağını söylüyorlardı, bunun 21 yılını tamamladık. Üstelik şehir daha da kalabalıklaştı, İstanbul kocaman bir şantiyeye dönüştü. Biz hiçbir şey yapamadık.”

tedirginim-cunku-istanbul-dev-bir-santiyeye-donustu-769568-1.
Depremin ardından engelli kalan
Kınay, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin
İletişim Tasarımı Bölümü’nde
akademisyen olarak çalışıyor
.

17 Ağustos hayatınızda neler değiştirdi?

17 Ağustos binlerin, milyonların hayatını değiştirirken benim de hayatım 19 yaşımda hayal ettiklerimin çok dışında gelişti. Çocukluktan çıkıp birey olup eğitim hayatınızı tamamlayıp meslek edinip ailenizle geçirebileceğiniz en faydalı olabileceğinizi düşündüğünüz yıllarda bir anda büyük bir acı, annenizi kaybetmenizin verdiği derin üzüntü ve bir daha yürüyemeyeceğinizi öğrenmek... Çok kolay aşabildiğimi söyleyemem. Bir yandan acılarınızı aşmaya ve hayatı devam ettirmeye çalışma, bir yandan da engelli bir birey olarak Türkiye’de var olma çabası… Tüm bunların üzerine 21 yıldır devam eden hukuk mücadelesi... Neyse ki yaşım küçükmüş de ömrüm de varmış sonuna kadar bu davanın peşinde olacağım.

tedirginim-cunku-istanbul-dev-bir-santiyeye-donustu-769562-1.

Marmara Depremi’nden sonra, 170 kamu görevlisi hakkında görevi ihmal suçlamasıyla dava açıldı. Söz konusu kişilerin kimisi görevden uzaklaştırıldı, bazı davalar da zamanaşımı nedeniyle ertelendi. Birçok bina için dava bile açılmadı. Aradan 21 yıl geçti, neler düşünüyorsunuz?

Asliye hukuk mahkemesi, idari mahkeme, AYM... 21 yılın sonuçlarını aktarmam o kadar zor ki; avukatlarım olmasa, bu mücadeleyi sürdürebilmem oldukça zor olurdu. Onlar da pes etmedi. Adalet sistemi Türkiye’de yıllardır tartışmalı, sonuçları da çoğunlukla adalete karşı güven duygusunu yitirmemize neden oldu. Ben umudumu yitirmek istemiyorum, verilen kararlara karşı hep bir üst aşama ile hukuk mücadelemi sürdürmeye devam ettim. 21 yılda yaşananları kısaca aktarmaya çalışacağım: Müteahhitler hakkında Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açıldı. Söz konusu dava zamanaşımına uğradı ve sorumlular ceza almadı. Diğer davalı müteahhitler yönünden davanın ilk derece aşaması 21 Ekim 2015 tarihine kadar sürdü, Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi davanın kısmen kabulüne karar verip, benim de yüzde 10 kusurum olduğu yönünde maddi gerçeğe aykırı bilirkişi raporu sundu ve tespitler esas alınarak karar oluşturuldu. İtirazlar yapıldı ve dosya temyiz edildi. Dava şu an Yargıtay aşamasında. İstanbul 2. İdare Mahkemesi davasında ise Küçükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevsizlik kararı sonrasında belediye yönünden idari yargıda dava açıldı. İdari mahkeme, davanın kısmen kabulüne karar veriyor; yine benim yüzde 10, davalı belediyenin de yüzde 10 kusurlu olduğuna yönelik bilirkişi raporunu hükme esas aldılar. Danıştay bazı nedenlerle bozma kararı dı ve dosya idare mahkemeye gönderildi. Bu aşamadan sonra davanın kısmen kabulü vs. pek çok işlem gerçekleşti, dosya Danıştay incelemesinde. Yargılama aşamasının çok uzun sürmesi ile benim yaşam hakkımın ihlal edildiği gerekçesiyle manevi ve maddi tazminat yönünden konu AYM’ye taşındı. AYM, 2019’da manevi tazminata hükmetti, maddi tazminat talebimiz ise reddedildi. Reddedilen tazminat taleplerimizle ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru yapılacaktı. Sefaköy’de yıkılan yalnızca bizim oturduğumuz 1999 yılında yapılmış bir bina olduğuna göre aslında durum apaçık ortada.

Depreminin sembol ismiydiniz. Kimi insanlar AYM’nin kararını ‘hukuk zaferi’ olarak nitelendirdi, siz kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Karar basına yansıdığında ‘hukuk zaferi’ olarak ele alındığını gördüğümde çok tepkiseldim ancak AYM’nin verdiği kararlar ile karşılaştırıldığında oransal olarak gerçekten 27 bin TL manevi tazminat kararına hükmedildiği pek görüldük bir şey değilmiş. AİHM sonucunu bekliyorum. Umarım emsal bir karar olur.

Sizin mücadelenizden esinlenerek çevrenizde yargı süreci yürüten var mı?

1999 Depremi’ne ilişkin hukuk mücadelesini devam ettirebilenler var mı emin değilim. Adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri de makul süre içerisinde yargılanmanın bitirilmesi ilkesidir. AİHM’inde, maalesef Türkiye aleyhine en çok cezaya hükmettiği konuların başında makul sürede yargılanma ilkesi ihlali gelmekte. 21 yıl, makul bir süre değildir herhalde.

tedirginim-cunku-istanbul-dev-bir-santiyeye-donustu-769561-1.

17 Ağustos’un 21. yıl dönümünde gerekli derslerin çıkarılmadığını ‘İmar Barışı Yasası’ndan görüyoruz. Siz nasıl görüyorsunuz bu durumu?

Tedirginlikle bakıyorum çünkü 99 depremi sonrası yer bilimciler önümüzdeki 20-30 yıl içerinde Büyük İstanbul Depremi’nin yaşanacağını söylüyorlardı, bunun 21 yılını tamamladık. Üstelik şehir daha da kalabalıklaştı, İstanbul kocaman bir şantiyeye dönüştü. Biz hiçbir şey yapamadık, ben kendi adıma her yıl basında yer alarak “Deprem öldürür veya engelli bireyler bırakır” mesajını verdim, tabii bunu iyi okuyana.

Geriye dönüp baktığınızda bir deprem mağduru olarak yeteri kadar destek gördüğünüzü düşünüyor musunuz?

Görmedim. 99 depreminin hemen sonrasında Dünya Bankası tarafından alınan kredilerle Deprem Konutları yapıldı. Bizlere kendi belirledikleri yerden ve kattan daireler verildi ama aslında Afet Kredisi ile borçlandırıldık. Yani depremde yıkılan evimize karşılık, evlerimizi geri ödeyerek yeniden satın aldık. Üstelik engelli bireylere uygun değillerdi, girişi 7-8 basamak, ardından asansör… Türkiye’deki bu imar işini anlamak zor. Hiçbir denetleme yok. Kendi adıma destek istemiyorum fakat Türkiye’de yaşayan, nüfusun yüzde 12’sini oluşturan özel gereksinimli bireylerin görünür olmasını istiyorum.

Türkiye’de engelliler birçok engel ile karşılaşıyor, çözüm yolları görmezden geliniyor. Hem deprem mağduru hem de bir engelli olarak bu duruma dair ne söylemek gerek?

Eğitim çok önemli, küçük yaştan itibaren vicdanlı çocuklar yetiştirmeliyiz. Farkındalık ve empati yeteneğimizi geliştirmeliyiz. Yerel yönetimlere de çok iş düşüyor bu noktada. Özel gereksinimli bireylerin sosyal yaşamda, kamusal alanda var olabilmeli ancak onların denetleme ve yaptırımlarıyla mümkün olabilir. Müteahhit kavramı kalkmalı. İşi uzmanlar, mühendislere bırakmalı, bilimin ışığında ilerlemeliyiz.

Siz aslında örnek bir insansınız. Yaşamınız, çalışmalarınız, geldiğiniz nokta… Hem ödüllü bir sanatçı hem de bir akademisyensiniz. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?

tedirginim-cunku-istanbul-dev-bir-santiyeye-donustu-769563-1.

Bunu bana fırsat verilmesine bağlıyorum. 2005 itibarıyla eğitimime devam etmek istedim ve devlet üniversitelerinin engelli bireylere sunduğu imkânsızlıklarla eğitim alabilme şansım yoktu. İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) bana burs vererek yüksek lisansımı da tam burslu olarak yapmama olanak sağladı ve şu an doktoramı bitirmek üzereyim. İKÜ’de onuncu yılımda kadrolu olarak akademik ve sanatsal çalışmalarımı sürdürebiliyorum. İKÜ’de engelli bir öğrenciyken şimdi engelli bir akademisyen olarak yaşamıma devam ediyorum ve gurur duyduğum bir şey varsa orada engelli bir öğrenciyken ‘engelli öğrenci birimi’ ile isteklerimi paylaşırken şimdi ben o birimde engelli öğrencilerimizin yanında yer alıyorum.

BENİM BİR DERDİM VAR

Bu yıl 17 Ağustos’un 21’inci yılı… Geçen yıllar, yıl dönümleri… Size neler hissettiriyor?
Benim bir derdim var, engelli bireylere ilişkin farkındalıklar ve deprem konusunda çözüm olabilecek her türlü işin, hareketin içinde olacağım. Benim için 17 Ağustos binlerce insanımızın, sevdiklerimizin kaybı ama bu acılardan çıkarılabilecek derslerle bir şeylerin düzeleceğine olan inancımızın yıl dönümü.

tedirginim-cunku-istanbul-dev-bir-santiyeye-donustu-769567-1.

YARIN: Prof. Dr. Naci Görür BirGün’ün sorularını yanıtladı