İktidar korku ve güvensizlik iklimini körüklüyor dediğinizde “milli menfaatlere” aykırı davranmaktan lince maruz kalabilirsiniz. Ancak epeydir tehdit ve gözdağı, bir “seslenme” ve yönetme biçimi. Hem de en tepeden en alttakine kadar. Ülke içinde prim yaptığına koşulsuz inanılan sağ popülist dil “hedefleri” açısından memleket sınırlarını çoktan aştı. “Komşularla sıfır sorun” politikası yerini yedi düvelle kavgalı olmaya bırakıverdi örneğin. “Dost” ve “düşman” kategorileri öyle baş döndürücü bir hızla yer değiştiriyor ki olup biteni, bildiğimiz “dış politika” kavramıyla anlamak mümkün değil. Bir yıl önce, bugün iktidar blokunun parçası olan MHP’liler Rus konsolosluğunun önünde protestodayken şimdilerde Şangay İşbirliği (ŞİÖ) diyen cumhurbaşkanını alkışlıyorlar. Ruslar Suriye’de Türkmenlere soykırım yapıyor diyenler, Doğu Türkistan için Çin Konsolosluğuna yürüyen AKP’liler, Türkiye başını Rusya ve Çin’in çektiği ŞİÖ’ye katılsa onu da bayraklarla kutlarlar. Ne de olsa Batı’nın “tek dişi kalmış canavarı” karşısında bizlerin “yerli ve milli” diplomasi dehamız var! 15 Temmuz sonrası “Avrasyacı” kimi Ergenekon sanıkları hazır iktidarla işbirliği yapmışken, diplomasi “monşerlere” değil kıdemli derin devlet mümessillerine teslim edilebilir!

İkiyüzlü olan sadece AB mi?
Avrupa Parlamentosu’nun siyasi mesajı net olan kararı iktidar cephesinde infial yarattı. Bir anda Avrupa medeniyetinin “çöküş” içinde olduğu, AB’nin üç vakte kadar zaten parçalanacağı yazılıp çizildi. Halbuki AB uyum yasaları peşi sıra çıkar, Avrupalı bürokratlardan AKP için övgüler eksik olmazken iktidar cenahı her nasılsa Batı’nın “ikiyüzlülüğünü” keşfedememişti. AB’yi iktidarın önündeki kurumsal, bürokratik direnci kırmada manivela olarak düşünen AKP liberal rüzgârı ve sermayeyi arkasına almış pupa yelken ilerliyordu. Bugün halkın umurunda olmadığı ileri sürülen AB üyeliğini herkesin talep ettiği konusunda yaygın bir propaganda hüküm sürüyordu. Ne değişti derseniz, cevap ne değişmedi ki… Öncelikle iktidarın hasımlarını ekarte etmesi için artık AB’ye ihtiyacı yok. Bilakis AB süreci, muhaliflerin sistematik bir biçimde ihlal edilen haklarının iadesinde tek dayanak haline geldi.

Bu durum AB’ye yöneltilen eleştirilerin hepsini tümüyle boşa çıkarmıyor elbette. Ülkede demokrasinin gerilemesinde Batının uzun sessizliğinin payı var. AB’nin mülteci anlaşması başta olmak üzere Türkiye ile kurduğu ilişkiyi pragmatik bir çerçeveye oturttuğunu en “Avrupacı” kalemler dahi kabul ediyor. Ancak mesele AB’nin çifte standardı değil. Mesele karar metninde ifade edilen birçok başlığın fiili durumda yaşananlara işaret etmesi. İdamı “milli iradeye” bağlayan, OHAL’i anayasa referandumuna kadar uzatmayı amaçlayan, fırsattan istifade diyerek kamudan solcu ve demokratları ayıklayan bir iktidar bloku yok da onu demokrasiden sapmakla itham edenler mi var?

Ekonomik türbülansa girdiğimiz şu zaman diliminde sermaye çevrelerinden endişe sinyalleri gelmesi şaşırtıcı değil. TÜSİAD, AP kararını “yapıcı” bulmasa da AB ile ilişkilerin gerilmesinden kaygı duyan başat sermaye grubu. TÜSİAD’tan üst üste gelen “uyarıların” ardında, ne Kürtlere yönelen tasfiye operasyonu ne de otoriterleşme olarak nitelendirilen uygulamalar var. Dolara karşı en hızlı değer kaybeden para birimleri arasında liranın olduğunu, Türkiye’nin risk priminin sürekli yükseldiğini hesaba katarsak TÜSİAD kriz derinleşirken ülkenin izolasyonundan korkuyor. MÜSİAD ise çapı ve alanı gereği bu içe kapanma sürecinden TÜSİAD kadar etkilenmeyeceğini düşündüğünden iktidarın sağ popülizmine destek veriyor. Fakat eğer düşündüğümüz ölçüde batağa saplanmışsak bu durumdan herkes payını alacak!

Medeniyet mi dediniz?
Başkanlıkla oturup kalkan iktidar cephesinin, Batı’ya “sınır açma” tehdidinde bulunurken bir yandan da “medeniyetimizin” asli unsuru diye misafirperverliğe vurgu yapması ne kadar ironik değil mi? İktidarın söyleminin “medeniyetler arası diyalog”dan, “medeniyetimiz” dışında medeniyet tanımama noktasına geliş öyküsü hazin bir öyküdür. Yurtta sulh cihanda sulh düsturunun “her yerde savaş” stratejisine kurban edildiği, çocukların onları istismar edenle evlendirilmek istendiği, çocuk işçilerin boğaz tokluğuna çalıştırıldığı bir ülkede medeniyet’ten söz etmek züldür. Zaten iktidarın medeniyetten anladığı siyasal İslam’ın ihyasıdır. Bugün uygarlık adına yapılacak ilk iş; barışı, demokrasiyi ve laikliği birlikte savunmaktır. Bunun için emperyalistlerin sofrasında sandalye kapmaya çalışanlara inat önce emeğin kutsallığını, sosyal adaleti, demokratik özgürlüğü siyasetin merkezine koymalıyız.