Tarihsel bilinç olmadığı zaman; olgular, kavramlar yerleşmediğinde hamaset toplumu hızla esir alır. Laiklik, bir anlamda Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktır, doğru; lakin insanlığın ortak serüveninde oluşan değerler, kurallar bütünü bir toplum ya da bir bölge için var olmaz. Başka türlü söylersek laiklik; tanrı eliyle insanlığı sömüren hükümranların, iktidarlarını dünyaya indirmesiyle ilintili en önemli olgudur. Türkiye’de dayatılan, uydurulan laiklik tarifi, yazık ki, hiçbir anlamda hakikati yansıtmadı. Çok kabaca ve başarıyla söylendiği üzere laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılmasıydı; ancak memleketimizde hiçbir zaman din ve devlet birbirinden ayrılmayı başaramadı. Gericiliğin yıkıcı biçimde neoliberal tezlerle tüm dünyaya yayıldığı bu süreçte muhtemeldir ki; yeniden derin bir laiklik kavgası çıkacak ve Robespierre’lere ihtiyaç duyulacak. Büyük kitlenin dayatmaları, yanılsamaları, insanlığın ortak yürüyüşünde zaman zaman engel olsa da; nihayetinde din tüccarlarının egemenliğine karşı, devrimciler kazanacaktır.
Son otuz yılın dökümünü yaptığımızda, dünyayı esir alan yeni kapitalist dalga bütün değerlerin hızla içini boşaltarak, insanın düşünme yetisini hedef almıştı. Şöyle diyelim; kapitalizm, teslim olanı, itaat edeni seviyordu kuşkusuz. Oysa laiklik her ne kadar devlet kapitalizmine, burjuva ideolojisine uygun bir kavram olarak ortaya çıktıysa da, nihayetinde o damardan sosyalist toplum da inşa edilecekti. Kapitalizm kıvraklığıyla, mikro milliyetçi, mezhepçi, dinci ticaretini hızla piyasalaştırarak ön tutmaya çalıştı. Öte dünyanın bilimle sınanamayacak olan vaatleri bu dünyada büyük sermaye sahiplerine kolay ve sınırsız kâr sağlıyordu. Kuşkusuz sosyalizm bu adaletsizliğin sürüp gitmesine göz yummayacak, başka bir dünyanın mümkün olduğunu yüksek perdeden söyleyecekti. Gelgelelim laikliğin mucidi diyebileceğimiz Fransa bile, kendi devrimini garip liberal tezlerle tartışılır hale getirdi. Dünya baş aşağı giderken laiklik karanlık, katı, kötü bir kavram olarak sunuldu. Oysa öte dünya tacirlerinin bize yaşadığımız günler için vaat ettiği sadece ve sadece kan ve gözyaşıdır.

Türkiye coğrafi konumu, nüfus dağılımı, küresel ve kendine özgü sorunların karmaşıklığını aşmaya çalışırken; iyi kötü bir yol bulmuş, aydınlanmaya tutunmaya çalışmıştı. Şimdi ortadan kaldırılmak istenen karşıdevrim diyeceğimiz neredeyse iki yüzyıldır emek verilen bu zorlu süreçtir. Bazen kanaat önderleri(!) kerameti kendinden menkul kavramlarıyla toplumları iyice karmaşanın içine iter. 12 Eylül 1980’den bu tarafa adım adım tırmanan gericiliğin rastlantı olduğunu sanmak saflık değilse ahmaklıktır. O halde dün gerici yaftası altında köşeye sıkıştırılan “tehlikenin farkında mısınız” diye soranlar, bugün haklı olarak bu cemaatçi, her türlü ahlaki değeri hiçe sayan yapının yenilgisi karşısında şunu deme hakkına sahiptir: Türkiye laik olamadı ama mutlaka olacaktır.
Meclis Başkanı'nın sözleri aklı başında olan hiç kimseyi şaşırtmadı. Bana sorarsanız net konuştuğu için toplumsal olarak bu sözlerden her birimiz büyük fayda sağlayabiliriz. Çünkü Kahraman, kafasındaki dünya görüşünü açığa vurdu. Cumhuriyet'in değerlerinden faydalanıp demokratik yollarla iktidara gelenlerin nasıl bir sivil darbe gerçekleştirmeye çalıştığını artık aracısız görüyoruz. Kahraman’ın sözlerinde yadırgayacağımız hiçbir şey yok. Ancak bu sözler umarım liberal savrulma yaşayan HDP’yi, giderek hassasiyetleri konusunda daha da utangaç davranan CHP’yi ve esas ideolojisini çok uzun zamandır unutmuş olan sosyalistleri kendine getirir. Tehlike büyüktür, yobazlığın saltanatında soluk alacak alan kalmamıştır. O halde bu hakikati görüp, yeniden 1 Mayıs’ı da olanak sayarak sınıfsal bakan laik cumhuriyet arzusunu ısrarla dile getirmeliyiz.

Geri çekile çekile yalnızlığı katmerlenen aydınlık insanların artık feda edecekleri, bedel ödeyecekleri herhangi bir yaşam alanı kalmamıştır. Son şans yeniden örgütlü olmayı anımsamak, ses çıkartmaktan korkmamak, tehlikenin farkında olmak ve kavramın tastamam içini doldurarak laikliğe sahip çıkmaktır.