Önce Kristof Kolomb buldu Amerika’yı / sonra biz. / Umutlar azaldı günden güne, mutluluklar, / ve ekmeğimiz. / Bir çocuk ağlasa dağ başında / gözyaşında Amerika akar. / Vurdularsa birini, kanı şorladıysa / bilin ki kurşunlarda Amerika var. / Kişi kişiye köle tutulduysa, asıldıysa / darağacında Amerika var. / Ama biz yine de direneceğiz / sonuncumuza kadar.

Cahit Külebi’nin bu şiirini (Amerika) Cumartesi günü duydum; Niksarlılar Derneği’nin onun 100. yaşı için düzenlediği anma toplantısında. Benden yana edebi cehalet işte, ayıp!

Şiirden, romandan, öyküden, tiyatrodan, sinemadan, müzikten, sanattan kısacası, yeterince beslenememenin, hep aynı konular içinde debelenmenin çoraklığını hissettim o toplantıda.

“Politik” bir şair olarak tanımamıştım Külebi’yi; çocuktum, şiirlerinde memleketim Niksar’ın adı geçiyordu, bana benim de onun gibi şiir yazabileceğim cesareti veriyordu ilk okuduğumda. Sevdim.

Hele “Hikâye”si var ya onun; hiç dilimden düşmezdi: Benim doğduğum köyleri / Akşamları eşkıyalar basardı. / Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem / Konuş biraz!
“Öp biraz”ı yalnızca kendi bildiğimiz hınzır kasabalı aşklarımıza da katık ettik bir zaman.

Çocuk çocuk sevdiğim şairi, geçen Cumartesi, büyük halimle, büyük adamlardan dinleyip tanıdım yeniden. Ahmet Özer, 12 Eylül’ün tek adamı Kenan Evren’in “Hikâye” şiirinin yukarıdaki dizelerini, “Eşkıya mı olurmuş memlekette” diye kitaplardan çıkarttırdığını anlattı.

Şiir varsa, yalnızlık yoktur ama: Ben yalnızlığı / Gökte uçar gördüm. / Ben yalnızlığı / Garip naçar gördüm. / Ben yalnızlığı / Gelir geçer gördüm, der Külebi

Tek adamlar nasıl da çabalıyorlar dünyayı tek renge boyamak için; varsa yoksa onların doğruları, onların renkleri yalnızca, sadece onların şiirleri…

Külebi’nin Türkçe kitabına aldıkları “Köy öğretmenleri” şiirinin de bir sözcüğünü değiştirmişler, 12 Eylül’den çok önce, ondan habersiz: Yurdumuz uçsuz bucaksız, /

Gökte yıldız kadar köylerimiz var. / Ama uzak, ama harap, ama garipsi… / Alın benim gönlümden de o kadar.

Eşkıyası olmayan memleketin köyleri de “harap” olamaz demiş bir tek adam kafası ve “Ama uzak, ama şirin, ama garipsi” oluvermiş kitaptaki dize!

“Ölüler, biz andıkça yaşar” dedi Yekta Güngör Özden, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı diye bilinir daha çok, ama o da şair, yakından tanıdığı Külebi’yi anlatırken.

Ahmet Telli, 70’lerin sonunda Cumhuriyet gazetesinde bir devrimcinin tabutuna sarılmış ananın fotoğrafı ve haberi yanında onun Maraşlı, Erzincanlı anaların tabuttaki çocuklarına ağıt yakan dizelerinin olduğunu anlattı.

Kar yağdı ya hafta sonu. Beyaz. Bir başka renk girdi hayatımıza. Başka şeylerden konuştuk biraz. Okullar kapanacak diye sevindi çocuklar, uçaklar uçmadı, yollar kapandı. Olsun! Az da olsa ölümler yerine bunlardan konuştuk, kar beyazında hayat yeşerdi, çeşitlendi azcık.

Tek adam rejimlerinde, tıpkı “eşkıya”nın, “harap”ın çıkarıldığı gibi şiirden, bunlar da çıkarılır. Uçaklar uçmaz, kapanır yollar, ama tek adam “Olmaz öyle şey” der; söylemez radyolar televizyonlar, gazeteler yazmaz.

Cahit Külebi’yi dinlediğim akşamın hemen öncesinde izledim İsyan’ı. Özgün adı Equilibrium (Denge, Denklik) olan 2002 yapımı bilimkurgu filmi. 3. Dünya Savaşı ardından, Libria denilen şehirde, bir tek adam, savaşa ve şiddete son vereceği vaadiyle iktidar olur. Barışın ve huzurun garantisi olarak duyguları yok eden bir düzen kurar. Duygular farklılıklara yol açar, tekliği barındırmaz çünkü. O yüzden; duygu yoktur, sanat yoktur, estetik yoktur. Duyguları ve yaratıcılığı elinden alınmamış; şiir yazan, resim yapan, âşık olan insan bir tek adama boyun eğmeyeceği için, istikrarın garantisi her gün her vatandaşa bir doz Prozium enjekte ederek onları hissedemez hale getirmektir.

Tek adam düzenlerinde, duygulu insan yalnız da hissedebilir. Düzen çullanmıştır üzerlerine, her biri bir yana dağılmıştır. Şiir varsa, yalnızlık yoktur ama: Ben yalnızlığı / Gökte uçar gördüm. / Ben yalnızlığı / Garip naçar gördüm. / Ben yalnızlığı / Gelir geçer gördüm, der Külebi.

Bu anayasa tartışmaları, anayasa oylamaları, referandum falan… Gelir geçer. Yine kar yağar, güneş doğar yine. Tek renk boya tutmaz hayat; her renge boyanır, parlar!