17 Ağustos 1999 depreminden sonra tanık olduğumuz şey, devasa bir toplumsal bütünleşme ve seferberlikti. ‘Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemini düzenleyen Yurttaş Girişimi’nin ofisi, hem Girişim hem de aynı ofisi paylaştığımız İnsan Yerleşimleri Derneği’nin çalışmalarıyla, deprem bölgesi için her türlü ihtiyacın karşılanmasını sağlayan bir Sivil Koordinasyon Merkezi’ne dönüştürülmüştü.

O günlerde ofis işi yapma düşüncesini kaldıramayacak bir durumda olduğumdan, arama-kurtarma çalışmalarında yer almak için bölgeye gitmiştim -Sivil Koordinasyon’da çalışmak yerine Değirmendere’ye gittiğim için sevgili Yüksel Ablamdan (Selek) epey azar da işittim, ama şöyle düşünüyordum: Sivil Koordinasyon’da bilgisayar ve telefon başında çok sayıda gönüllü zaten pek çok şey yapıyordu. Benim gibi paraşütçülüğü, dağcılık deneyimi vs. olan kişiler bölgedeki arama-kurtarma çalışmalarında çok daha faydalı olabilirdi.


Bunun için, dönemin en önemli arama-kurtarma örgütü olan AKUT’a gittim, ilk görevim de hemen verildi: Bölgeye ilaç götürecek bir kamyona eşlik edilmesi gerekiyordu. İlaçları sağ salim teslim edip İstanbul’a döndüm, ama duramıyordum, deprem bölgesinde olursam, belki enkaz altından hiç değilse bir kişinin kurtulmasını sağlayabilirdim. AKUT beni bu sefer bir gönüllü grubuyla birlikte arama-kurtarma çalışmaları için Değirmendere’ye gönderdi.

Bakın, şu birkaç paragrafta kaç farklı sivil toplum kuruluşunun çalışmalarını saydım, bir de haberdar olmadığım oluşumları hesap edin! Bu kuruluşların hiçbiri böyle bir durum için hazırlıklı değildi, ama nispeten iyi koordine edilen bir insani ortaklaşma durumu vardı, bu yüzden pek çok alanda devletten daha işlevsel oldukları görüldü.

***

6 Şubat 2023’ten sonraki günlerde de toplumsal bütünleşme vardı elbette, ama bir ürkeklik, bir tereddüt eşliğinde… Devlet her şeyi AFAD ismi etrafında yoğunlaştırıyor, sayısız sivil toplum kuruluşunun çabalarını mümkün olduğunca görünmezleştiriyordu. ‘Devlet baba’ figürü güç ve otorite kaybı konusunda epey hassastır zaten, bu sefer tek adam rejiminin “Her şeyi ben bilirim! Siz kimsiniz ya?!” diye özetlenebilecek saray nevrozlarıyla daha da hassastı.

Depremin ilk gününden itibaren bu nevrotik akıl her şeyi alt üst etti: Elon Musk’ın Starlink uydu sistemini deprem bölgesine yönlendirme önerisinin “Bizim de uydumuz var!” -bu sözü, şımarık bir omuz silkme jesti eşliğinde okuyun- denerek reddedilmesinin hemen ardından yaşanan iletişim sorunları, sonra bu sorunların ‘baba’nın beceriksizliğini gizleyecek biçimde kullanılması kurnazlığı -ceset yoksa cinayet de yoktur, haber yoksa ceset de yoktur!-, enkaz altındaki insanlarla ilgili en sağlam ve yaşamsal bilgilerin aktarıldığı Twitter platformunun kısıtlanması, tüm yardımların AFAD’a yönlendirilmesi gerektiği konusundaki baskılar, bu sırada varoluş nedeni afetlere müdahale etmek olan AFAD’ın ‘beyefendinin talimatıyla’ bölgeye intikal ettiklerini açıklaması, dünyanın dört bir yanından kalkıp gelmiş arama-kurtarma ekiplerinin çalışmalarını AFAD’ın kameralar eşliğinde sahiplenmeye çalışması, enkazdan birileri kurtarılırken daha önce hiçbir arama-kurtarma çalışması sırasında görülmemiş biçimde tekbir sesleriyle dinsel propaganda yapılması, bölgeye malzeme götüren yardım konvoylarının üstündeki branda ve etiketlerin iktidar birimleri lehine değiştirilmesi, depremzedelerin iktidar vekillerince azarlanması -ilginçtir, bu azarlamalar hep ‘baba’nın sözüyle, “Sen kimsin ya?!” ile başlıyor-, depremden sonraki 296’ncı saatte bile enkaz altından kurtarılanlar varken pek çok yerde arama-kurtarma çalışmalarının bitirilmesi -’kader planı’nın acilen inşaat planlarıyla birleştirilmesi gerekiyor anlaşılan…

***

1999 depreminden 23 yıl sonra olan bir depremde, süreç yönetiminde 1999’dakinden daha geride olmayı başarmak için kaç ‘adam’ gerekir? Yanıt: Tek adam…