Bu hafta TBMM, sürpriz bir şekilde Meclis’e gelen, iki günlük Komisyon oturumunun ardından alelacele Genel Kurul’a indirilen kırk maddelik bir yasa teklifini görüşüyor.

Ülkede bir yandan ağır ekonomik krizin alt üst ettiği hayatlar, intiharlar yaşanırken; bir yandan işsizlik, yoksulluk ülkeyi kasıp kavururken; bir yandan bu ülkenin özgürlüğüne, eşitliğine, geleceğine sahip çıkan milyonları yargılamaya kalkışan iktidarın Gezi davası sürerken…

Bu yasa teklifi bu yaşamsal sorunlara bırakın çare bulma arayışını, ülkenin gerçek sorunlarına dokunmayı; bu sorunları ortaya çıkartan düzeni daha da perçinliyor…

TBMM’ye getirdiği “Bankacılık kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi” yine borçlanma diyor, kredi diyor, yine yandaş diyor. Yasa teklifinde güvencesizlik ve güvensizlik var. Ne işsizliğe, ne iflaslarla boğuşan KOBİ’ye ne de umudunu yitirmiş milyonlara bir gelecek var.
Saray rejiminde hep benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Konu değişiyor, alınan palyatif tedbirlerin içeriği, niteliği ve alanı değişiyor ama temel mantık hep aynı…

Saray rejimi; dış politikasıyla, ekonomi politiğiyle her yönden sıkışmış ve Türkiye’yi büyük bir bunalıma sürüklemiş durumda. Türkiye ne yazık ki bugün bir ekonomik krizin, bir demokratik krizin ve bir hukuk krizinin tam ortasında. Yani “düzen” iktidar ne yaparsa yapsın hep aynı yapısal sınırlılığına dayanıyor. Deniz bitmiş, gemi artık iktidar ne yaparsa yapsın yüzmüyor...

Çünkü artık değişmesi gereken, baştan aşağı bu düzen...

Ancak Saray rejiminin iktidarı bu düzenin ne pahasına olursa olsun devam etmesine bağlı olduğu için Türkiye’nin yapısal sorunlarını çözecek gerçek adımları atamaz, atmaz. Bunun sonucunda biraz daha zaman kazanmak için, dikişler patladıkça düzene yama yapmak için palyatif, günlük tedbirleri Meclis’e çözüm diye getiriyor. Bu değişiklikler sorunları çözmediği gibi, günü kurtarmak için krizi daha da derinleştiriyor ve bedeli hem bugünümüzle, hem geleceğimizle hepimiz ödüyoruz.

Finans piyasasında yaşanan çıkmaza çözüm diye sunulan bu yasa teklifi de, “günü kurtaralım da yarın ola hayrola” mantığının bir sonucu ve çıkmazı derinleştirme riski taşıyor. Çünkü Türkiye’de finansal piyasaları çıkmaza sokan bir düzenlemenin eksikliği değil, Türkiye ekonomisine duyulan güvenin eksikliği. Güvenin olmadığı, kuralların belirsiz, keyfiyetin hakim olduğu yerde, insanlar yarınlarını öngöremezler. Yarının öngörülemediği, ekonomiyle ilgili verilerin dahi tartışılır olduğu ülkede de istediğiniz kadar araç ihdas edilsin, istediğiniz kadar yasa çıkartılsın, derin, etkin ve gerçek bir finansal piyasa olamaz.

Herkes biliyor ki, rejim bir tek adam rejimidir. Ekonomi denetlenmeyen, saydam olmayan, dolayısıyla yarını belli olmayan bir aile şirketine çevrilmiştir. Kimse de dönüp aile şirketine, hele hele ekonomin kurallarını ve verilerini tersten okuyan bir aile şirketine parasını emanet etmez, etmiyor.

Gerçekten çözüm istiyorsak, önce güven tesis edilmeli... Güvenin tesisi için gerçekliğin algının yerini alması gerekir. Milyonlarca insanımız her gün ekonomik krizi yaşarken, her gün ülkenin bir yerinden gelen yeni intihar haberleriyle sarsılırken, ekonominin hali bütün makro verilere yansımışken, “kriz yoktur”, “ekonomi uçtu kaçtı” hikâyelerini yandaş medyaya haber diye yazdırmamak gerekir.

Önce özgürlükleri sağlamak gerekir... Bir yandan insanları dövizle ilgili değerlendirmelerini, beklentilerini yazdılar diye mahkemelerde manipülasyon yapmakla yargılamak gibi tarihi bir trajediye imza atarken, diğer yandan finansal piyasaları derinleştiremezsiniz.

Saydamlığı, denetimi ve öngörülebilirliği sağlamak gerekir... Bir yandan Varlık Fonu gibi hiçbir biçimde Meclis denetimine tabi olmayan ve şeffaflıktan çok uzak bir mekanizmaya Türkiye’nin bütün ekonomik değerlerinin kontrolünü aktarıp bir de aynı ucube kuruma sınırsız borçlanma yetkisi verip, mali disiplini sağlayamazsınız.

Bütün bunları sağlamanın tek yolu ise Saray rejimini bütün yönleriyle terk ederek, yeni bir ekonomik düzeni kurmaktan ve siyasette de demokrasiyi inşa etmekten geçer!