Tayfun Pirselimoğlu’ndan Kafkavari bir dünya. Olması gerekeni değil olanı anlatan bir roman. Bir o kadar da düşsel ve inanılması zor göstergeleri gerçekçilikle, inandırıcılık ve ustalıkla kabul ettiriyor.

Tek boynuzlu Asya gergedanı

Yunus Emre BOZDOĞAN

Gözleme dayanan incelikli tasvirler ve bu tasvirlerden oluşan duyguların ezber bozan şaşırtıcı aktarımı. Tayfun Pirselimoğlu filmlerinde işlediği ayrıntılı atmosfer ve karakter tahlillerini çarpıcı bir dille kelimelere döküyor romanında. Üstelik unutulmuş ve artık kullanılmayan eski kelimeleri, Arapça ve Farsçanın dilimize kattığı zenginliği görmezden gelmeyerek, çok keyifli bir roman dili yakalamış. ‘Kadastrocu’, aynı zamanda Kafkavari bir dünyayı gözler önüne seriyor. Olması gerekeni değil olanı anlatan bir roman. Bir o kadar da düşsel ve inanılması zor göstergeleri büyük bir gerçekçilikle, inandırıcılık ve ustalıkla kabul ettiriyor. Çok tanıdık gelen ama hiç derinine inip düşünmediğimiz duygu ve önsezileri işleyerek yapıyor bu aktarımı. Okuyucuya hem olağanüstü düşsel bir gezintiyi hem de çarpıcı gerçekliği harmanlayarak sunuyor öyküsünü.


Kitabı almadan önce rafta gördüğüm zaman dikkatimi çeken ilk şey kapağındaki gergedan tasarımı oldu. -Bu arada dikkat çekici kapak tasarımını Suat Aysu’nun yaptığını, kapaktaki gergedan çiziminin de yazarın kendisine ait olduğunu belirtmeliyim.- Arka kapağındaysa Cemal Kara’nın başından geçen ve içinde gergedanın da bulunduğu bir maceradan bahsediyordu. İonescu’nun ‘Gergedanlar’ adlı kült oyunundan ve oyundaki gergedan metaforundan nasibini almış biri olarak haliyle merak ettim. Çünkü ülkemizde gergedan bulunmadığı gibi öykünün yerli isim taşıyan bir karakterin başından geçiyor olması, düşsel bir gezintiyi vadediyordu. Özellikle seçilmiş tek boynuzlu Asya Gergedanı, sürü halinde dolaşmayan yalnız bir hayvan. Dolayısıyla sosyal bir iletişimi olmadığından içinde hep acıklı bir öykü barındırır. Tıpkı Cemal Kara ve Meryem karakteri gibi. Kitap, İonescu’nun “gergedan” metaforuna yepyeni bir bakış açısı sunuyor. Cemal Kara’nın aslında kendine yabancı olması ve dış dünyayla iletişimsizliği -ki kendinin de olduğu bir fotoğraf gösterildiğinde kendine yabancılaşıyor- bir rastlantı değil.

“Diğerlerinden sonra sıra kendi yüzüne geldi ve o suratı hiç kendisine benzetemedi. O acayip grubun içerisinde tanımadığı, hiç aşina olmadığı birisiydi sanki."

Cemal Kara karakteri, Tayfun Pirselimoğlu’nun 2013’te çektiği ‘Ben O Değilim’ adlı filminde Ercan Kesal’ın canlandırdığı Nihat karakterinde de gördüğümüz, ‘kayıp şahıslar albümü’nden nadide bir parça.

Yorgun ve edilgen kahramanımız Cemal Kara eve dönerken, roman boyunca otel odalarında ve yolculuklarda yaptığı gibi molalar dahil, uyumaya devam ediyor. Kasvetli otel odaları ve kahramanımızın bu odalarda gördüğü rüyalar, dışarı her çıkışında keskin bir soğuğun yüzüne çarpması, ancak her seferinde kolundan sürüklenerek kalbur altı yerlere götürülmesi, tüm bu gelişmelere edilgen ruh haliyle seyirci kalması, soruları cevapsız bırakması, romanda zaman zaman tekrarlanıyor. Olayları birbirine bağlayan bir izlek oluşturuyor. Aynı zamanda Cemal Kara’yı gerçek bir karakter olarak kafamızda var etmemizi sağlıyor. Onda hepimiz bir yönümüzü bulabilir hatta onun vasıtasıyla kendimizde hiç görmediğimiz yanlarımızı keşfedebiliriz.

Genel olarak bakınca ülkemize yapılan göndermeler, bürokrasi, devlet işleyişi, bitmek bilmeyen iktidar mücadeleleri, din sömürüsü ve tüm bu olup bitene seyirci kalan toplum, panoramayı tamamlıyor. Ancak romanda en değerli bulduğum şey bütün bunların ön planda değil de kendi olağanlığı içinde yavaşça ortaya çıkması. Ustalık isteyen bu izlek okuyucuya başarıyla sunulmuş. Aynı zamanda usta bir sinema yönetmeni olan Tayfun Pirselimoğlu, mütevazı ve ön plana çıkmak istemeyen anlatımıyla okuyucuyu sadece anlattığı konuya odaklıyor. Şunu da belirtmek gerekir, bir sinema yönetmeni olarak bazı bölümlerde kadrajını öyle yerlere konumlandırıyor ki düşsel sinema sahnelerini sanki okuyucuya çektiriyor. Balonla yapılan seyahat ve sonrasında havalanmış balondan sarkan, iple asılmış kurbanlar -cesetler-, usta bir yönetmenin en çarpıcı sahnelerinden biri gibi duruyor.

Bir başka sinematik kurguda, Cemal Kara kaydedilmiş bir video kasetten, Meryem’in bıçaklanarak öldürüldüğünü görüyor.

…"Bu kısım belli ki tesisin mutfağının tavanına sabit bir kameradan kaydedilmişti.”

Okuyucu o andan sonra olanları tavan kamerasından kendi kafasında canlandırarak kendi filmini çekiyor.

İlk bıçak darbesinin Meryem’in kaçarken sol kulağının arkasına gelmesi ve gergedanın yakalandığı zaman sol kulağının arkasından kan akıyor olması bir rastlantı değil. Bize Meryem karakterinin gergedanla özdeşleştiği izlenimi veriyor. Gergedanın sol kulağından akmış ve kurumuş olan kan, kirlenmiş bir toplumun ve önüne geleni kirletmeye devam ettiğinin göstergesi. Dolayısıyla bence bu öyküde bir gergedan gibi yalnız olan sadece Cemal Kara değil. Hatta asıl Meryem ve onun karakterinin gergedandaki iz düşümü. Öldürüldükten sonra toz haline gelen gergedan, aynı tozların yeniden birleşmesiyle Meryem karakterine dönüşüyor. Kadının bizim toplumumuzda bir gergedan gibi yalnız bırakıldığı ve kirletildiği gerçeği çarpıyor yüzümüze. Meryem bıçaklanır öldürülür ve ölünün arkasından minnet duygusuyla sarmalanır.

“…Hamit ve cüce bir süre başında dikildikten sonra yerde kıpırtısız bir halde yatan Meryem’in bedenine sarıldılar. Uzun süre kıpırdamadan öylece, sanki minnetle sarılı kaldılar…”

Hiç evlenmemiş ve sosyal hayatı olmayan Cemal Kara da yalnız biri. Tek fark, Meryem birçok kadın gibi yaşamın tam da içindeyken yalnız olan biri, Cemal Kara ise yaşamın dışında kaldığı için yalnızlaşmış biri.

‘Kadastrocu’, usta sinema yönetmenimizin kaleminden çıkan, edebiyatımıza kattığı sayısız öykü ve romanlarından sonuncusu. Romanın, keyifle okunan, sinema tadında önemli bir eser olduğunu belirtmek gerekir. Teşekkürler Tayfun Pirselimoğlu.